1. Anasayfa
  2. Kütüphane

Platon-Meneksenos e-Kitap

Platon'un Meneksenos Kitabi Dahi Filozof Çevirisiyle sizlerle. Meneksenos kitabı Sokrates'in, Aspasia'nın ağzından vatanseverler için okuduğu nutkun tamamını içerir.

Platon Meneksenos e-Kitap

SOKRATES: Agora’dan mı geliyorsun Meneksenos?

MENEKSENOS: Evet Sokrates. Agora’dan, toplantıya katıldım da.

SOKRATES: Ne işin vardı orada? Galiba sen artık felsefenin sonuna eriştin şimdi de başka işlere atılmak istiyorsun. Kendine bakmadan siyasete atılıp biz büyüklerini idare etmeyi düşünüyorsun.

MENEKSENOS: Eğer buna izin verirsin niyetim budur, iznin yoksa vazgeçerim Sokrates. Toplantıya katılma sebebim de üyelerin içinde ölüler üzerine söz söyleyecek birinin seçileceğini öğrenmemdi. Ölüler için tören yapılacağını biliyorsun.

SOKRATES: Bunu duydum. Peki kimi seçtiler?

MENEKSENOS: Henüz kimse seçilmedi karar yarın çıkacak. Ama ya Arkhinos’u, ya da Dion’u seçeceklerini düşünüyorum.

SOKRATES: Savaşta ölmenin bazı faydaları vardır Meneksenos. Örneğin böyle biri ne kadar fakir olsa da ona görkemli bir mezar yapılır ve bilgeler tarafından övülmekte bu faydalardan biridir. Hatta bu bilgeler öylesine güzel överler ki bu ölüyü Meneksenos, süslü kelimelerle ruhlarımızı büyülerler. Şehrimizi, ölülerimizi, atalarımızı hatta halen yaşamda olan bizleri bile öyle bir överler ki ben bile bir an bunlardan büyülenir ve hemen büyüklenmeye başlarım o kadar ki artık daha asil daha güzel daha yüce olduğuma inanırım. Beni böyle övdüklerinde o sırada yanımda bulunanlar bile bir anda benim yüceliğimi daha önce hiç olmadık denli fark edip bana daha fazla saygı duyuveriyorlar. Bu övgüler bazen aklımı başımdan alır üç gün kendime gelemem Meneksenos. Bu bilgelerin övgülerini duydukça ne kadar bahtlı bir adada yaşadığımı hatırlarım işte böyle işinde ustadır bizim hatipler.

MENEKSENOS: Yine fırsatını buldun ya hemen hatipleri aşağıla Sokrates. Yalnız bu defa durumda bir değişiklik var. Çünkü yarın seçilecek hatip bu defa büyüleyici sözler söyleyemeyecek çünkü habersizce seçilecek ve önceden hazırlanmış bir konuşma yapma fırsatı olmayacak.

SOKRATES: Bunların hepsi böyle günler için hazır nutukla gezerler Meneksenos. Hem hazır bir metin olmasa bile konuşmak onlar için sorun olmaz. Atinalıları, Peloponessosluların yahut Peloponessosluları, Atinalıların önünde övmeleri gerekiyorsa, dinleyicileri etkilemek ve takdirlerini kazanmak için onu dinleyenleri övmesi yeterlidir, insanlar övgülerle büyüleniverir.

MENEKSENOS: Yani bu iş basit ve önemsiz bir iş doğru mu anlıyorum?

SOKRATES: Tam olarak öyle değil.

MENEKSENOS: Peki, söz söylemen gerekse ve meclis bu iş için seni seçse, rahatlıkla konuşabilir misin?

SOKRATES: Tabiki konuşabilirim. Hatiplik sanatını hatiplerin üstadından çok değerli bir kadından aldığımı unuttun mu? Öyle ki bu kadın Perikles gibi birini bile yetiştirmiş işte ben hatiplik dersini ondan aldım Meneksenos.

MENEKSENOS: Bu kadın Aspasia’mı?

SOKRATES: Evet, bir de Konos var. Bunlar bana hatipliği öğrettiler. Biri müzikte diğeri retorikte öğretmenim sayılırlar. Mesele hatiplik ise bu işin ustası sayılırım. Kaldı ki böyle önemli hocaları olmayan biri de müzikte Lampirus’tan hatiplikte Antiphon’dan ders alabilir ve Atinalıları Atinalılar önünde övmeyi başarabilir değil mi?

MENEKSENOS: Peki nasıl bir konuşma yapardın Sokrates?

SOKRATES: Benim konuşmama bile gerek kalmazdı ki. Dün, Aspasia’nın ölüler hakkında söylediği nutku dinledim. Bu nutku aynen tekrar etmem yeterli olurdu.

MENEKSENOS: Nutuğu hatırlıyor musun Sokrates?

SOKRATES: Evet onu bizzat dinledim ve ezberimde var.

MENEKSENOS: Bana da söyler misin?

SOKRATES: Nutkunu yayarsam, bana kızabilir.

MENEKSENOS: Ne olur söyle Sokrates. İstersen aramızda kalır.

SOKRATES: Bu yaşımda benden nutuk dinlemek sana komik gelebilir ama.

MENEKSENOS: Asla gelmez Sokrates.

SOKRATES: Başkasına söylemeyeceğine göre bana bu nutku soyunarak oku desen de yapmalıydım değil mi Meneksenos. Neyse dinle! Aspasia’nın nutku şöyleydi: Savaşçılarımıza yapıp ettiklerimiz ve sözlerimizle ödememiz gereken bir borç vardır. Talihin onlara biçtiği ömürde şehrimiz onların yanında savaşa gitti ve böylece bu eylemimizle onlara ilk borcumuzu ödemiştik. Şimdi artık vefa borcumuz vardır bunu da sözlerimizle dile getireceğiz. Onları böyle bir nutukla yad edeceğiz ki insanlar onları daima hatırlasın. Bu bize düşen vazifedir. Çünkü bu vazife hem onlara duyduğumuz vefadan hem de gelecek nesilleri onları örnek almaya yöneltmek isteğimizden ileri gelir. Öyle bir nutuk olmalıdır ki bu ailelerini ve yurttaşlarını bu ölülerin erdemlerini taklit etmeye yöneltecek ve aynı zamanda onların göğüslerini kabartacak bir tarzda olmalı. Öyle ki erdemleriyle yaşamış bu yiğitlerin hakkını verelim ve bu erdemli yiğitleri yetiştiren erdemli ana babalarını da unutmayalım.

Evvela bu yiğitlerin doğumunu düşünelim. Bu ölülerin ataları da bu şehrin asil evlatlarıydılar. Bu topraklar onların öz analarıydı ki bu toprak ana onları doğurdu, besledi ve tekrar bağrına bastı. Şüphesiz vatanımız yalnızca bizlerin değil tüm insanlığın övgüsüne layık bir vatandır. Çünkü en başta tüm insanlığı yaratan Tanrılardır yurdumuzu sevip onu koruyan. Vatanımızı övgüye değer bir durum daha vardır ki o da diğer bütün yeryüzünün vahşi hayvanlar doğurduğu çağlarda, vatanımız bu barbarlıktan beri kalmış ve hayvanlar içerisinden insanı seçip doğurmuştur. İnsan ki, barbarlardan ve tüm vahşi hayvanlardan farkı ise onun adaleti tanımasıdır. Toprak, doğurduğunu hiç tanımaz mı? O ki hangi çocuğunu yaratsa ona uygun besinleri de ona taşır ve böylece bu öz ana başka birinin evladını sahiplenen üvey anadan hemen ayırt ediliverir. Çünkü üvey anada yavrunun ihtiyacı olan besin kaynakları kuruyken öz ana onu her daim taze ve nemli hazır eder. Bizi yaratan öz anamız topraktır ki biz evlatlarını arpayla buğdayla beslemiştir. Şüphesiz ki toprak öz anamızken onu taklit ederek bizi doğuranlar ise üvey anamızdır.

Öz anamız olan toprak yetiştirdiği meyve ve sebzelerde seçici ve acele davranmamış yemişlerini vatanımızdan başka tüm yurtlara da dağıtmıştır. O ana ki bizlere zeytin vermiş, zeytinleri büyütmesi içinde onlara gözcü olarak tanrılar yaratmıştır. İşte o tanrılardır bizlere nasıl yaşayacağımızı, sanatı, silahı öğreten. İşte vatanımızı da o sanatla o silahla kurduk. İnsanları devlet yetiştirir demek ki devlet iyi olursa insan da iyi olur devlet kötü olursa insan da kötü olur. Erdemli bir devletin vatandaşları da erdemli olur ve vatanını savunmakla hatta gerektiğinde vatanı için ölmekle onur duyar. Biz insanlar daima seçilmişlerin yönetimi altında yaşadık ki bu durum eski çağlarda böyle olduğu gibi günümüzde de böyledir. Bazıları buna demokrasi der kimileri de başka bir takım isimler verir. Gerçekte ise ona ne isim verirseniz verin o seçilmişlerin idare etme şeklidir. Bazı dönemler idare edenler krallar da olmuştur ve onların da kral olabilmelerinin sebebi eskiden doğuşları, şimdilerde ise seçilmeleridir. Netice değişmiyor ki iktidar çoğunluğun elindedir. Bu çoğunluk devleti idare vazifesini en vatansever yurttaşlara emanet etmiş ve bu vatansever yurttaşın fakirlik, sağlık veya aristokrat olup olmadığı önemli görülmemiştir. Bu başka memleketlerin devlet idaresidir bizim vatanımız ise liyakatle yönetilir. Vatanımızın idare biçiminin tek bir düsturu vardır: “Yetkin ve erdemli olan yönetir, diğerleri de ona itaat eder.” Tüm yurttaşlarımız eşittir ve eşit haklara sahiptir. Hiç kimse doğuşundan veya çevresinden dolayı yetkinliği ve erdemiyle hak etmediği bir muameleye layık görülemez. Komşularımız da dahil bir çok devlette vatan kültürü ya hiç yoktur yahut pek azdır. Bunlar daha çok oradan buradan bir araya gelmiş, millet kültürünü tanımamış çeşitli soylardan kimselerdir. Dolayısıyla bunların devletleri de kendileri gibi ya tiranlık ya oligarşi üzerine kurulur. Bir kaç efendi, tüm yurttaşları kendine köle yapar ortada ne vatan vardır ne millet. Fakat bizler kardeşiz, en başta öz anamız toprak sonra atalarımız sonra yaşayan yurttaşlarımız hepimiz biriz birlikteyiz. Ne birbirimizin kölesiyiz ne de efendisi. Doğanın bize vermiş olduğu bu doğuş birliği haklarımızı ve kanunlarımızı da birbirimize karşı eşit kılmaya yeter. Eğer bir başka yurttaşa karşı üstünlük arayan varsa bilsin ki o ancak erdem ve bilgelikle mümkündür.

İşte bu doğuş birliğiyle doğan ve yetişen atalarımız ne efendi ne köle olmayı değil hür olmayı hür yaşamayı tercih ettiler. Hürriyet için gerektiğinde Helenler için Helenlere karşı bütün Hellas içinde barbarlara karşı savaşmaktan geri durmamışlar ve bu cesaretleriyle tüm dünyaya örnek olmuşlardır. Eumolpos’u, Amazonları, yurdumuzu çevrelemiş çeşit çeşit düşmanı nasıl da kovdular; Argoslulara ve Kadmoslulara karşı; Herakles oğullarına da, Argoslulara karşı nasıl yardıma koştular, bunları hakkını vererek anlatabilmek için vaktim yok. Zaten nice şairler onların haklarını verdiler. Biz o şairlere yetişemeyiz ve onlar da zaten mükafatlarını almışlardır daha bir şey söylemeye gerek yok. Fakat hakkı verilmeyen bazı kahramanlıklar da vardır. İşte bunları hatırlatmakta bana düşüyor. Persler Asya topraklarına hükmedip Avrupa’yı köle yapmaya kalkıştıklarında bunu durduran da yine atalarımızdı. O yüzden önce onların hakkını vererek başlayacağım. Atalarımızın bu mertliğini hakkıyla övebilmek için de hakkıyla anlamak lazımdır. Bunun için önce Asya’nın üçüncü bir krala köle olduğu çağa dönelim. Bu kralların ilki Kyros’tu. Yüksek cesaretiyle bütün yurttaşlarını kölelikten kurtarmıştı ve efendileri Medeslilere boyun eğdirmiş, Mısır’a kadar da Asya’nın geri kalan kısmını hükmü altına almıştı. Onun oğlu da, Mısır ve Libya’nın nüfuz edebildiği bütün parçalarını hükmü altına aldı. Üçüncü kral Darius ise, imparatorluğunun sınırlarını İskitya’ya kadar büyüttü ve askerleri bölgedeki deniz ve adalara hakim oldu. Pers İmparatorluğu’nun gücü karşısında o kadar çok millet boyun eğdi ki Kral Darius, bütün insanoğlunun ruhunu adeta kendine köle yapmıştı.

Kral Darius, Eretrialılarla birlikte Sardis’e karşı ittifak ettiğimiz için bizi de suçladı ve bu bahaneyi kullanarak, hem karadan hem denizden üzerimize beş yüz bin asker ve ayrıca üç yüz savaş gemisi gönderdi. Ordusunun komutasını başarısız olması halinde kellesini alacağını söyleyerek komutan Datis’e verdi. Kral Darius, Eretria ve Atinalıların kellesini istiyordu. Komutan Datis, savaş sanatında üstünlükleriyle bilinen Eretria’lıları üç günde dize getirip kendisine itaat ettirdi. Komutan Datis sıradaki hedefi olan Atinalıları dize getirmek için de Maraton’a geldi. Lakedaimonialılardan başka hiçbir Helenli de ne Eretrialılara, ne de Atinalılara yardım etmedi. Hatta Lakedaimonialılar savaşa ancak ertesi gün yetişebildi, ötekiler ise korkuyla yerinden bile kımıldamadı. İşte o kahraman atalarımızı tanımaya Maraton’da bu büyük savaşta başlayabiliriz. Barbar orduların saldırısına karşılık veren ve Bütün Asya’nın kibrini kıran atalarımız orayı zafer anıtlarıyla doldurdu. Atalarımız yalnızca bu savaşı kazanmamış tüm insanlığın ruhunu esir alan Pers imparatorluğuna diz çöktürerek diğer milletlere de cesaret vermiş oldular. İşte bu yüzden içim rahat söyleyebiliyorum ki bu kahramanlar yalnız bizim babalarımız değil bizim hürriyetimizin ve yalnız bizim de değil bu kıtayı dolduran tüm Helenlerin hürriyetlerinin de babası oldular. Çünkü artık bütün Helenler hürriyetlerini tehdit eden bir barbar ordu karşılarına çıktığında gözlerini o yüce alana çevirdiler: “Maraton”.

Nutkumun şeref konuğu işte bu kahramanlardır. İkinci konuğum ise Salamis ve Artemision deniz muharebesini kazanan kahramanlar olacak. Hem karada hem denizde hücumları karşılayıp geri püskürten olmaz denilenleri olur hale getiren bu mert vatanseverleri uzun uzun anlatmayacağım. Ancak bu kahramanların bence en büyük önemi “Maraton” kahramanlarının başladıkları işi bitirmiş olmalarıdır. Maraton’da savaşan sayıca az ancak yüreği güçlü askerlerimiz sayıca çok sürü halinde barbarları hezimete uğratmış ve bütün Helenlere hürriyetin mucizesini göstermişti. Fakat benzer bir iş karada değil de denizde gemilerle başarılabilir miydi? Bilinmiyordu. Persler, daha önce denizde hiç yenilmemişti. Sayısız gemileri başka hiç bir millette bulunmayan yüksek teknikle donatılmış deniz donanmaları vardı. İşte Maratonda ki askerlerimizin karada yaptığını Salamis ve Artemision’da deniz kuvvetlerimiz denizde yapmıştı. Persleri en güçlü oldukları yerde denizde bozguna uğratmış ve tüm dünyaya Maraton kahramanlarıyla birlikte bir ders daha vermişlerdi. Bu iki savaştan sonra Helenler barbarlardan korkmamayı öğrendi.

Tarihi ve değeri bakımından üçüncü yer de Hellas’ın kurtuluşu için savaşan Atinalılar ve Lakedaimonialıların Platea savaşıdır. Başımızda gezinen büyük tehlikeleri Platea’da yiğitçe savdılar ve bir kez daha Helenlere hürriyeti verdiler.
Bu savaşın ardından halen barbarları destekleyen bazı Helen şehirleri Büyük Kralın, Hellas’a karşı yeni bir savaşa girmeye hazırlandığı söylentisini yaymışlardı. Bu yüzden bu barbarları denize döken ve bu savaşı tamamen bitiren kahramanlarımızdan da bahsetmek gerekir. Bunlar Eurymedon’da denizde savaşanlar, Kıbrıs’a çıkartma yapanlar Mısır’a ve pek çoklarına giden kahramanlardır. Hellas’ı yok etmek için ordu hazırlayan Büyük Kralı kendi canının korkusundan sarayından çıkamaz hale getirmişlerdir. Onlara olan vefa borcumuzu da hiç unutmayalım.

Tüm yurdumuz barbarlarla yaptığı bu savaşı sonuna kadar götürdü ancak barış yapılıp rahatlık geldiğinde yurdumuzu kıskanıp hasetlik yaptılar. Arabozucular ve ifsadçılar yüzünden yurdumuz istemeyerek Helenlerle savaşa girmek zorunda kaldı. Bu savaş başladığında bizim askerlerimiz Tanagra’da Beotialıların hürriyeti için Lakedaimonialılarla çarpıştılar. Bu savaştan bir sonuç çıkmayınca ertesi gün tekrar savaştılar çünkü Lakedaimonialılar, yardım etmeye geldikleri Beotialıları bırakarak geri çekildiler. Bizim askerlerimizde savaşın üçüncü günü Onophes’te zafer kazanarak yurdundan sürülmüş olanları geri getirdi. Ve böylece Pers imparatorluğu ile yaptığımız savaştan sonra, Helenlere karşı da hürriyet için ilk defa savaşanlar yine atalarımız oldu. İşte tam burada yatıyorlar. Zaman geçtikçe savaş daha da büyüdü ve tüm Helenler yurdumuzu ele geçirip harab etti. Bize olan vefa borçlarını işte böyle alçaklık yaparak ödediler. Vatansever atalarımız denizde de onları yendi ve Lakedaimonialıları Sphacteria’da esir etti. Esir ettikleri orduyu öldürmek yerine hayatlarını bağışlayıp barış yaptılar ve yurtlarına geri gönderdiler. Çünkü Lakedaimonialılar ile bir zamanlar Perslere karşı omuz omuza savaşmıştık ve onlar vefa duygusuyla kendilerine yapılan iyiliği unutmazlardı. Böylece Atina bir zamanlar ittifak ettikleri Helenleri de dize getirerek Helen yayının en büyüğü olduğunu bu kahramanlarla göstermişti. İşte burada yatıyorlar!

Bu barışın ardından çok geçmeden büyük bir savaş daha geldi. Hiç beklenmedik korkunç bir savaştı bu. Binlerce yiğit vatansever can verdi. İşte burada yatıyorlar. Bu yiğitlerin pek çoğu Sicilya’da öldü. Yemin verdikleri Leontiosluların yardımlarına koşmuşlar onların hürriyeti için savaşarak yeni bir zafer anıtı dikmişlerdi. Fakat yurdumuz bu uzun yolda bunları besleyemedi ve bu talihsizler de hürriyetleri için savaştan vazgeçti. Ölçülülüğe ve yiğitliğe olan düşkünlükleri ise düşmanlarının dahi dillerinde yankılandı. Pek çokları da Hellespont Deniz muharebesinde can verdiler. Kuşkusuz bu da beklenmeyen bir savaştı, korkunç bir savaş. Helenler yurdumuzu kıskanıp can düşmanları olan Büyük Kralla ittifak yapmaya giriştiler ve daha önceden kovmuş oldukları bir barbarla anlaşıp onu geri getirdiler işin sonunda da bize karşı bütün Helenleri ve barbarları toplayarak onlarla ittifak yaptılar. İşte o zaman bir yıldız misali kahramanlarımızın yiğitliği sivrildi. Savaşla ilgisi olmadığı zannedilen donanması, Mythilene’de kuşatılmıştı ancak şehirde yaşayanlar altmış gemiye doluşarak yardım için koştular. Dostlarını kurtardılar düşmanlarını yendiler herkes bilir bunu. Ancak denizde can vermek zorunda kaldılar. İşte onlar bu mezarda yatmıyorlar. Onları daima hatırlayıp övünçle yad edelim. Bilin ki biz ne zaman yenildiysek kendi içimizdeki karışıklıklar yüzünden yenildik. Bizim için asıl tehlike hiç bir zaman düşmanın silahı olmadı, biz ne zaman yenilsek hep kendi elimizle kendimize mağlup olduk.

Tüm bunlar geçtikten sonra yine barış ortamı oldu ancak bu defa da iç savaş çıktı. Pire’den gelenler birbirleriyle ve Helenlerle ittifak yaparak Eleusis’e karşı giriştikleri savaşı derhal bitirerek soy birliği üzerinde kardeşlik ilan ettiler. Bu yüzden bu savaşta ölenleri de yad etmemiz gerekir ve nasıl ki biz bugün aramızda uzlaştık onların da aralarında uzlaşmaları için dualar edelim törenler düzenleyelim ve tanrılara el açalım. Kader onları birbiriyle savaşmaya sürüklediyse bu onların sırf kötülüklerinden değil, biz yaşayanların da bildiği gibi kaderin cilvesindendir. Onlar savaşırken bunu yaptı bizler de burada yaşarken ettiklerimizi ve çektiklerimizi birbirimize bağışlamaktayız. Bu aşamadan sonra büyük bir barış ve yurdumuza huzur hakim oldu. Barbarları bile affetmiştik ancak Helenlere hala kırgındık. Çünkü Helenler, bir zamanlar birlikte savaştığımız barbarlarla ittifak etmiş yine bir zamanlar onları kurtarmak için sürdüğümüz gemilerimizi barbarlarla elimizden almışlardı. Yurdumuz ne şartta olursa olsun Helenlerle bir daha asla iş birliği yapmamaya yemin etti. Biz bunları hesap ederken Lakedaimonialılar da bir zamanlar hürriyetin bekçisi olan bizlerin artık bitkin düştüğümüzü zannederek Helenleri kendine köle etmeye ve bizim üstümüze gelmeye karar verdiler.

Korkuya kapılan Argoslular, Beotialılar, Korinthialılar, yurdumuza sığınmak zorunda kaldılar daha garip olanı ise Büyük Kral bile, talihin cilveleri peş peşe geldikçe esir etmek istediği bizlerde kurtuluş aramaya başladı. Birisi tarafsız bir konuda yurdumuzu suçlamak istese bulabileceği en büyük kusur fazla merhametli olmamız ve acizlerin yardımına koşmamızdır. İşte bu huy yine galip geldi ve yurdumuz aldığı kararı çiğneyerek kendine kötülük edenlere yine kucak açtı çeşitli yardımlar gönderdi. Sonunda daha da ileri gidip orduyu çıkararak Helenleri kölelikten kurtardı. Maraton’u, Salamisi, Platea’i unutmayıp krala yardıma gitmedi elbette ancak sürgünlere ve gönüllülere, krala yardıma gitmeleri için yol verdi ve bu sayede kralı da kurtardı. Sonra şehri ve duvarlarını yeniledi, gemiler yaptı ve yine istemeden sürüklendiği savaşı kabul ederek, Parialıları korumak için Lakedaimonialılarla savaştı. Fakat kral, Lakedaimonialıların deniz savaşından vazgeçtiklerini gördüğünde yurdumuzdan korktu ve bizimle yaptığı ittifakı bozmak istediği için daha öncesinde, Lakedaimonialıların kıtada kendilerine bırakmış oldukları Helenler kendine verildiği takdirde, bizimle ve ittifak yaptıklarımızla işbirliğine devam edeceğini ilan etti. Hesabına göre bu isteği reddedilecek ve bizden ayrılmak için bahanesi hazır olmuş olacaktı ancak Korinthialılar, Argoslular ve Beotialılar; bu teklifi kabul ederek para verirse, kıtadaki Helenleri ona bırakmayı kabul edeceklerine yemin ettiler. Bir tek biz yemin etmedik de O Helenleri yalnızlığa itmedik. Yurdumuzun erdem ve hürriyete verdiği önem ve daha yaratılıştan barbarlara düşman oluşu, kanımızın temizliğindendir. Biz yaratılışça barbar fakat kanı Helen olan Pelops, Camdos, Egyptos, Danaos’un ve daha çoklarının çocukları gibi değiliz. İşte bu yüzden hep yalnız kaldık görünüyor ki bize bir tek Tanrı yardım edebilir. Düşman ittifaklar savaşı bir an evvel bitirmek istediklerinden bu savaşın sonunda şehrimizin duvarları, donanmamız ve topraklarımız elimizde kaldı ama yine Korinthia’da ki bozuk meydandan, Lekhaeon’da da aşağılıkça sırtımızdan vurulduğumuzdan pek çok yiğit vatansever kaybettik. Kralı kurtaranlar da Lakedaimonialıları denizden püskürtenler de vatanseverlerdi. Onları daima hatırlayalım.

İşte burada bu mezarda yatanların, yurtları uğruna can verenlerin işleri böyle. Şüphesiz hepsini dile dökmeye ne geceler ne de gündüzler yeter. Onları unutmayın ve çocuklarınıza, torunlarınıza anlatın. Korkak olmayın atalarınızın kanına yaraşır yaşayın. Mezarlarından kalksalardı sizlere söyleyeceklerini dilerseniz benden duyun çünkü ben böyle söylediklerini işitmiştim.

“Evlatlar, yiğit atalarınızın kanıyla sulanmış bu topraklara ayak basıyorsunuz. Bizler şerefsizce yaşayabilir ve sizleri de lekeleyebilirdik. Ancak bunu tercih etmedik, içimize sinmedi bu. Soydaşını vatanını alçaltan bir kimse için hayat bomboş bir şeydir. Böyle biri ne tanrı katında ne yeryüzünde ne de ölümden sonra yerin altında, kimse tarafından sevilmez. O yüzden bu sözlere kulak verin ve asla unutmayın ki, hayatta her ne yaparsanız yapın eğer sizde erdem yoksa yaptığınız işin sonucu daima utanç ve kötülük olacaktır. Ne zenginlik insanı şerefli kılar ne güzellik ne de güç. İnsanda olmazsa olmaz olan yalnız erdemdir. Doğruluk ve erdemi bozan her bilgi koca bir yalandır. Henüz hayattayken yapacağınız en büyük iş önce kendinizi sonra etrafınızı erdemli insanlar kılmaktır. Erdem meselesinde biz sizden üstün olursak bu bizim için ancak bir utançtır sizden aşağı olursak da bu bizler için bir gurur kaynağı olacaktır. Kendi erdemine koşmayıp atalarının erdemi ve şerefiyle övünen bir yurttaştan daha rezil durumda kim olabilir? Böyle yaparsanız sizi burada hoş karşılamayacağımızı bilin. Bu sözler evlatlar içindir. Böyle yaparsanız da talihin size biçtiği gün yanımıza geldiğinizde dostlarınızın arasında olacağınızı bilin. Analar, babalar artık ne bizler ne de sizler için ağlamasın. Başınıza bir felaket gelecekse onları buna katlanmaya teşvik edin. Ağlayanlarla ağlamayın. Onlara ölümün aniden gelebileceğini ancak erdemli ve şerefli bir şekilde yaşayıp öldüğümüzü hatırlatın. Ölümlerin dünyasında istekler tatmin olmaz, dünyaya ederinden fazla bel bağlamayın. Aşırılığa kaçmayın güzel bir sözdür. Erdemi de erdemsizliği de içinizde arayın ve tamir yollarına bakın. Ölümden de korkmayın ona hiddetlenmeyin. Bizleri bir insana verilecek en büyük şeref bekliyor bizler için ağlamak ancak bilgisizlikten ileri gelebilir. Eş ve çocuklarımıza sahip çıkın onları gözetin felaketlerini unutturup asilce yaşamlarını tamamlamalarını sağlayın. Yurdumuzu koruyup kollayın. Yaşlıları gözetin çocukları teşvik edin.”

İşte ölülerin sözleri bunlar. Onlar adında bende sizlere yalvarırım ki evlatlar şerefli babalarının yolundan yürüsünler geriye kalanlar da artık bir kaygı duymasınlar. Devlet ve yurttaşlar sizi yaşlılık günlerinizde besleyecektir ve her birimiz bir ölünün babasıyla göz göze geldiğimiz zaman ona şefkat göstereceğiz. Devlete gelince, biliyorsunuz ki savaşta ölenlerin ailelerine bakılması için kanunlar yaptı ve yönetme makamına, yaşayan bir yurttaşa nazaran vatan için ölmüş bir yurttaşın ailesine daha iyi bakma vazifesi verildi. Bununla beraber çocukların yetiştirilmesinde de devletin vazifeleri sürüyor. Onların babaları artık devlettir. Bu çocuklar yetiştiği zaman da onlara tam bir zırh hediye vererek mallarının başına gönderiyor ve mert babalarının silahlarını da onlara teslim ediyor, hatırlatıyor. Ölülere gelince, Devletimiz her sene yurttaşlarla birlikte tüm vatanseverlerin aziz hatırası için büyük törenler düzenliyor onları hatırlatıyor bu törenlerde beden eğitimleri, at yarışları, müzik ve çeşitli türden müsabakalar yaptırıyor. Haydi artık ölüler için yeterince göz yaşı döktünüz, dağılın!

İşte, Meneksenos, Miletli Aspasia’nın nutku.

MENEKSENOS: Zeus hakkı için Sokrates, Aspasia, müthiş bir kadın değil mi?

SOKRATES: Onu tanımak istersen benimle gel, kendi ağzından işit.

MENEKSENOS: Daha önce Aspasia’nın yanında bulundum, onu tanırım.

SOKRATES: Peki, Aspasia’yı takdir ediyor musun? Bu nutkundan ötürü ona minnet borcun oluşmadı mı?

MENEKSENOS: Bu nutkundan ötürü, Aspasia’ya ve sana büyük bir minnet borcum var Sokrates.

SOKRATES: Güzel. Sen yinede Aspasia’nın nutuklarını her yerde söyleme ki bende istediğinde sana söylemeye devam edeyim.

MENEKSENOS: Söz veriyorum Sokrates. Sen yeter ki bana söyle.

SOKRATES: Anlaştık.

Çeviri: Dahi Filozof

Paylaş