Öncelikle bilmemiz gerekir ki ruh anlayışı Pythagorasçılardan önce Homeros’ta vardı. Homeros, ruhu bir gölge olarak görüyordu. İnsan öldüğü zaman ruh ağzından çıkıp havaya karışıyordu bu ruhu oluşturan cisim ise ince havaydı yani ruhun bir cismi vardı. Ancak Homeros’ta kişinin ruhu, öldükten sonra yeniden başka bir bedene girmiyordu. Pythagoras’a göre ise ruh bu dünyada sürekli dolaşır ve her defasında başka bir bedene girer. Ruh, insandan insana veya insandan hayvana geçebiliyordu bu nedenle Pythagorasçılar et yemezlerdi. Hatta Avrupa’da 18.yy’a kadar et yemeyen kimselere günümüzdeki gibi vejetaryen değil ‘Pisagoryen‘ denirdi. Pythagoras’ın bu öğretiyi doğudan aldığı Zerdüşt ile de konuştuğu söylenir. Ruh, geliştirilmesi ve arındırılması gereken bir yapıdır bu da ancak felsefe yaparak mümkün olabilir. Yani ruhu arındırmak için felsefe yapılacak, ruh bu sayede bilgiyi taşıyacak ve kötülükler ortadan kalkacaktır. Pythagorasçı ruh öğretisini incelerken ‘orphizm‘in ne olduğunu da bilmeliyiz.
ORPHİZM NEDİR?
Pythagoras, orphik akımdan etkilenmişti. Bu akıma göre ruh bedenden bedene geçer. Beden ruhun hapishanesidir. Beden kötüdür bu nedenle ruhun bedenden kurtarılması gerekir. Bunun içinde yapılması gereken bir takım ayinler vardır. Ruhu arındırmak extacy ile mümkündür bu kendinden geçme halidir. Buna Antik Yunan’da katharsis denir. Kendinden geçen ruhun beden hapishanesinden kurtulup özgür olacağı düşünülür ve bu sayede bedenden kurtulan ruh aynı zamanda evrensel bir yapının içinde erime fırsatı yakalayabilecektir. İnsanların öldükten sonra yeniden dünyaya geleceğini iddia eden bu akıma göre insan mutlaka tekrar insan olarak değil, ruhu bir hayvana geçerek hayvan olarakta dünyaya gelebilir. Bedeninden kurtulan ruh, Hades’e gider ve yaşamından sorguya çekilir. Önceki yaşamında yapıp ettiklerine göre hangi formda tekrar dünyaya gönderileceğine karar verilir ve bu ruh yeniden bedenlenmesi sırasında lethe (unutma) ırmağının suyundan içer böylece hem bir önceki yaşamını hem de o an içinde bulunduğu Hades’i unutması sağlanır. Arınmış ruhlar ise zaten ölümsüzlüğü çoktan kazandıkları için onların yeniden dünyaya dönmelerine gerek yoktur. Beden bir mezardır. Bu tekrar dünyaya gidiş geliş zincirinin kırılabilmesi için kişi yaşamını ‘çileci’ ‘arınmacı’ ve ‘vecde halinde’ yaşamalıdır. Böylece olgunlaşacak ve tekrar dünyaya gelmesine gerek kalmayacaktır.
PYTHAGORAS: ‘HER ŞEY GERİ DÖNECEK’
Pythagoras öğrencilerine her şeyin geri döneceğini söylüyordu. Bir dersi esnasında bu konuya değinirken şu cümleleri kurmuştur ‘O zaman yine benim karşımda oturacaksınız. Ben size yine ders anlatıp şu değneğimi sallayacağım; diğer hiçbir şeyde bundan farklı olmayacak’
‘Yine Pythagoras’ın kendisinden 700 yıl önce başka bir bedende bulunduğunu somut bir biçimde öğrencilerine kanıtladığı anlatılır. Bu olay şöyle olmuş; ‘Pythagoras, kendisinden 700 yıl önce Truva savaşı döneminde Panthos’un oğlu Euphorbos olarak yaşadığını ve Menelaos tarafından öldürüldüğünü öğrencilerine söylüyormuş. Bir defasında Argos’a gittiğinde Truva savaşında ganimet olarak alınmış duvara asılı bir kalkan görmüş ve kalkanı gördüğü gibi gözlerinden yaş gelmeye başlamış. Durumu garipseyen Argos’lular neden bu kadar heyecanlandığını sorunca Pythagoras, Euphorbos olduğu dönemde bu kalkanın kendisine ait olduğunu söylemiş. Argos’lular ona inanmamış hatta deli olarak görmüşler ancak Pythagoras iddiasını kanıtlayacağını söyleyerek kalkanın iç bölümünde arkaik harflerle Euphorbos yazısı olduğunu söylemiş bu olağanüstü iddia karşısında kalkan duvardan indirilmiş ve iç yüzünde Euphorbos yazısı görülmüş’
PYTHAGORAS VE BİLEN ÖZNE
Pythagoras’la birlikte felsefeye ilk defa bilen özne getirilmiştir. Ruh bilgi edinebilen bir mekanizmadır. Burada ilk defa nesne ve özne ayrımı yapılmaya başlanmış ve Pythagoras’ın deyimiyle; bir yanda mikro cosmos (nesne), bir yanda makro cosmos (özne) karşı karşıya gelmiştir. Pythagoras’a göre bilinen mikro cosmos ile bilen makro cosmos aynı yapıdan meydana gelmiş ikisi de ince, sınırsız havadan oluşmuştur bizim varlığımızla dünyanın varlığını meydana getiren şey aynıdır. Bir başka deyişle bizim bilgi düzeneklerimiz öyle bir yapı gösterir ki gerçekliğin yapısıyla benzeşir.
Felsefe tarihinde;
- Bilginin olabilmesi için benzer benzeri algılar.
- Bilginin olabilmesi için algılayan ile algılanan farklı farklı şeyler olması gerekir.
Bu görüş özneyi ön plana çıkarmaktadır ve özne ilk defa Pythagorasçılarda karşımıza çıkıyor. Miletli filozoflar özneyi varlığın içinde eritmişler, bilgilerinin ‘niye’ doğru olup olmadığını sormamışlardır. Yani Miletli filozofların felsefelerinde özne yoktur, kozmogonik açıklamalar vardır. Bir başka deyişle Miletli filozoflar makro cosmos’u açıklamaya çalışmışlar ancak mikro cosmos ile ilgilenmemişlerdir.
Miletos okulunda hatta ondan önce Homeros’ta ruh hareket ettirici olarak görülmüştür. Pythagoras ruhun bu özelliğinden bahsederken bilim ve sorumluluk alabilme yönüne ağırlık vermiştir. Burada iki problem vardır:
- Ruh bireyliğini gösterir mi?
- Değişik ruhlar var mıdır?
Bireylik varsa o halde ruh da vardır. Sorumluluk varsa bu geçerli insanın kendi hünerinin olması gerekir. Eğer benim özdeşliğim yoksa sorumluluğum da olamaz. Burada özdeşlik ilkesini de tekrar hatırlayalım;
Mantığın Özdeşlik İlkesi: A’ A’ dır şeklinde ifade edilir. A’ A’ dır ilkesi, doğru düşünebilmek için zihnin uymak zorunda olduğu ilk ilkedir. Bir nesne başka bir nesneye benzeyebilir ama onunla özdeş olamaz. Bir şey ne ise odur, her şey kendisinin aynısıdır. Özdeşlik ilkesine uymayan bir zihin için, çelişmezlik ve üçüncü halin imkânsızlığı ilkeleri anlamsız kalır ve doğru düşünme biçimi çöker. “Ağaç, ağaçtır, insan, insandır” gibi.
Pisagor ile ilgili daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki yazılarımızı ve videolarımızı inceleyebilirsiniz;
PİSAGORCU RUH ÖĞRETİSİ VE ORPHİZM VİDEO