1. Anasayfa
  2. Platon

Platon Dersleri 1-Evrenin Ruhu ve Sayılar

Platon Dersleri 1-Evrenin Ruhu ve Sayılar

ÖLÜMSÜZLÜĞE İLK ADIM: BİLGELİK TALEBİ

Ölümlü bir insanın bilge olabilmesi için gerekli olan şeyler nelerdir?

Hayat tecrübesine sahip insanların hepsi insan oğlunun huzur ve mutluluğa erişemeyeceği konusunda hemfikirdirler.  Bu dünyada yaşayan insanlar içerisinde çok küçük bir azınlık hariç tutulduğu takdirde geri kalan insanlar için huzur ve mutluluk yoktur. Erdemlerini terk etmeden şereflice bir ömür süren insan öldükten sonra huzur ve mutluluğu elde edebilir ancak bu, bahsimizin dışındadır çünkü şu anda yaşadığımız dünyayı örneklemekteyiz. İster alim ister barbar olsun, tüm insanlar bilirler ki hayat, herkes için zahmetler ve acılarla doludur. Anne karnından tutun da, dünyaya gelmemizden sonra, büyüyüp yetişkinlik çağımıza geldiğimizde de bin bir türlü zorluk ve zahmet her aşamada yanı başımızdadır. Her insanın huzurlu ve mutlu olduğu dönemler ve kısa anlarda olur ancak bu da uzun sürmez ve yaşlılık gelip bulur bizi. Böylece bu hayatın başı gibi sonu da yine türlü zahmetler ve acılarla tıpkı başladığı gibi sona erer.

Platon hayatı boyunca nasıl filozof olabilirim sorusuyla meşgul olmuştur. Platon’un ağzıyla yazmayı sürdürelim. Uzun sürmeden ilk fark ettiğim şey, sanat gibi, bilgi gibi bilimlerden saydığımız şeyleri öğrenmeye zaman harcadıkça bilgelik yolundan bir o kadar uzaklaşıyoruz. İnsanların yapıp etmekte olduğu işler “bilgelik” yolu için doğru bir yol değildir. Bununla birlikte doğuştan öz bilgilerin sahibi olan ruhumuz da, bu bilgileri nasıl ve ne zaman elde ettiğini hatırlamaktan acizdir. Tıpkı bizim bilgeliği ararken çektiğimiz sıkıntılar gibi ruhumuz da geldiği yeri hatırlamaya çalışırken aynı biçimde sıkıntılar çeker. Düşünürken, konuşurken ya da tartışırken bu asıl öze ait bilgilerin eksikliği bir konuda sonuca varabilmemiz konusunda bizi ümitsizliğe düşürür.

KİMDİR BİLGELİK İDDİA EDEN?

Hep birlikte araştırmaya koyulalım; dilerseniz önce bilim adı verilen ve bu alanda bilgi sahibi olan veya olmayan kimseleri de işin içine katarak aynı sonuca ulaştığımızı fark edelim. Bu türden bilgiler insanları filozof kılmıyor! Hayatımızı buna vakfetmeyi bir kenara bırakıp felsefe yolunda buradan işimize yarayabilecek bilgiler üzerine eğilip ihtiyacımız kadarını almamız yeterlidir. İnsanlığın geçmiş çağlarına baktığımızda da bunun böyle olduğunu görürüz. İnsanın kendi ihtiyaçları için yaptığı keşifler bir zamanlar onları bilge kılmış ancak zaman geçtikçe o dönemin bilginlerinin bugün bilgin olmadıkları ortaya çıkmış ve bu da yetmezmiş gibi bir de gülünç duruma düşmüşlerdir. Bu dönemlerde yapılan keşif ve icatlar ortaya filozof çıkaramamıştır. Toprak işleri de insanı bilge yapamaz çünkü bu doğal bir durumdur, sonradan sanat olarak icat edilmiş bir şey değildir. Aynı şekilde ev yapan uzmanlar, ev eşyalarını üreten zanaatkarlar, demirciler, doğramacılar, kalıpçılar, dokumacılar, tamirciler , avcılar ve alet yapanlar içinde aynı şey geçerlidir. Bu faydalı işlerin hiç biri bir insanı bilge yapmaya yetmez. Bunlar insana ne erdem ne de bilgelik kazandırabilir.

Her şeyi merak edip çok bilmek ve bilgelerin sözlerini açıklamaya çalışmakta insanları filozof yapmaz. Çünkü bu iki grupta hali hazırda söylenmiş olan şeylerin haricinde bir şey bilmezler. Bu da konuştukları, anlattıkları şeyleri aslında kendilerinin de öğrenmiş olmadıkları anlamına gelir. Sanatçılar da tıpkı bunlar gibi filozofluktan nasibini alamazlar. Sanatçıların yaptıkları ne kadar ustalıkla işlenmiş, bir araya getirilmiş aletler, şarkılar ya da resimler olursa olsun bunlar ancak birer taklitten ibarettir ki taklidin özde hiç bir değeri olmadığı gibi o, insana bilgelikte kazandırmaz.

Kuşkusuz sanatlar içerisinde en önemlisi savaş sanatıdır. Fayda bakımından çok önemli olsa da bu sanatta bilgelikten çok doğuştan gelen cesarete dayanır. Yine hekimlik sanatı da canlıların bünyelerinde meydana gelen rahatsızlıkları önleme bakımından çok faydalı olmakla birlikte bilgeliğe, hakikate ulaşabilmek bakımından hiç bir değeri yoktur. Çünkü bunlar kanaatlere dayanır ve değişkendirler.

Gemiciler de bilgileriyle insanlara çok faydalı olurlar ancak hiç kimse çıkıp bana bunların arasından çıkmış bir tane filozof gösteremez. Çünkü bunlar da sebepleri bilmez, yalnız deneyimlere dayanan sonuçla hareket ederler.

Laf cambazlığıyla insanlara mahkemelerde fayda verdiklerini söyleyen sofistlerde de bilgelik yoktur. Bu kişiler hakikatin ve gerçeklerin dışındadırlar. Bunlar yalnızca hafızası güçlü, duyup öğrendiklerini hızlıca ezberleyip ağzı laf yapan, insanların karakterlerini analiz ederek onları kandırarak sonuç almaya çalışan kimselerdir.

EN ÖNEMLİ BİLGİ! SAYILAR!

O halde tüm bu grupları istedikleri kadar bilgelikle ün yapmış olsun ya da olmasın oldukları yere bırakıp çok güç bir araştırmaya koyulup filozofun bilgeliğine neden olan bir hakikati bir bilimi keşfetmeliyiz. Öyle bir şey bulmalıyız ki, aradığımız şeyin artık yukarıdakilerden biri olmadığını bilerek ilerlemeliyiz. Şimdi tam bu durumda sorulacak en doğru soru şudur: “Bilimlerimizden hangisi ortadan kalkarsa, hangisi doğada ve doğamızda bulunmazsa, insan, hayvanların en aptalı en cahili olur?” Bütün bilimleri tek tek gözden geçirirsek, bu en önemli bilimin, insanlara sayıyı kazandıran bilim olduğunu derhal fark ederiz. Bize varlığımız için gerekli olan sayıyı veren şey de bir tesadüfler silsilesi değil bizzat yaratıcının kendisidir. Bizim için tüm iyilikleri sağlayan şeyin tüm bu iyiliklerin de üzerinde en üstün iyiliği yani zekayı da bize bahşetmiş olmasına nasıl olurda inanmayız? Peki bu yaratıcı ruh nasıl bir şeydir? Sayıyla olan, bize de bu sayılar yoluyla kendisine ulaşmamızı mümkün kılacak zekayı veren, benim bu kadar saygıyla andığım bu iyiliğe ister gök deyin ister kozmos deyin fark etmeksizin emin olduğum tek şey, sayıyı bize verenin o olduğudur.

İnsanları henüz çocuklukta sayılara alıştırmalı ve onları bu şekilde eğitmeliyiz. Yalnızca somut sayılardan bahsetmiyorum, bütün tekler ve çiftler soyundan bahsediyorum ve bunların hakikatleri algılamada doğrudan ilişkisi olduğunu biliyorum.

İkinci olarak geometri gelir. Geometri, sayıları yüzeylere oranlayarak bazı ölçülemez şeyleri ölçülebilir hale getirir. Bunun önemini anlayan bir bilge, artık adeta bir tanrı gibidir. Bunlardan başka üç kere katlanan ve katılık özüne benzeyen sayılar vardır. Sonra da özleri benzemeyen sayıların birbirleriyle karşılaştırılması gelir ki buna da uzay geometri diyoruz. Dikkatlice bakılırsa, şaşkınlık ve hayret verici olarak tanrısal şeyler görürüz ki karşıtlar daima çift olarak giderken tabiatta bu sisteme uygun olarak türü ve cinsi buna göre oluşturur.

Ona ne isim verdiğiniz fark etmeksizin ,o, tüm evrimleri, gök cisimlerini, mevsimleri döndürür durur. Evet, insandan sayıyı kaldırırsak, onda artık bilgelik namına hiç bir şey kalmaz! Demek ki sayıdan mahrum olan bir kişi asla filozof olamaz. Her şeyin temeli sayıdır, yaratıcıya bile olsa olsa ancak sayıyla gidebiliriz ki bu tözün gücünü kavramak herkesin harcı değildir. Evet, bütün iyiliklerin kaynağı sayılar olduğu gibi ondan bize asla kötülükte gelmez. Bir müziğin bile başı sonu sayılarla ölçülmüş hareket ve seslerden oluşurken eğer biz her nerede bir akılsızlık bir kötülük bir düzensizlik, şekilsizlik veya ahenksizlik görürsek, bunun sebebini sayının yokluğunda aramalıyız. Dosdoğru bir hükümle nereye baksak orada sayıyı görürüz.

EVREN, SAYI VE İNSAN

Şimdi durup düşünelim. Biz saymayı nasıl öğrendik? Sayıları nasıl kavrarız? Bir ile iki kavramını nasıl elde ettik? Biz bütünün içinde işte bu yetiyle doğduk. Doğa, hayvanlara sayıyı öğretmediği halde Yaratıcı, bizi bu bilinçle çevirip durur. Gördüğümüz şeyleri kavrama yeteneğini bize verdiği gibi eşyayı temaşa etmemizi de sağladı. Bu temaşa içerisinde insan güne bakar ve hemen ardından gelen geceyi görür. İki gök cisminin (Güneş ve ay) hareketiyle oluşan bu gündüz ve geceler en ahmak insanın bile saymayı öğrenmesini sağlarlar. Üç, dört ve daha fazla sayılar bulunduğunu biz yine bu nesnelere bakarak kavrarız. Örneğin Ay, bazen hilal, bazen yarım, bazen dolun olup on beş gün ve on beş gece bize yeni günü anlatır. Böylece biz, saymayı hatırlayarak ayın yörüngesini öğreniriz. Öğrenme yetisine sahip olan bir hayvan bile ona bakarak sayının ne olduğunu anlayabilir. Ay’ın büyüme ve küçülmesiyle günleri yılları hazırlarız ve bu sayede toprağı işler yiyecek çıkartırız.

Zenginliğin bize sağlayacağı fayda ve zararları biliriz aynı biçimde ruh halimizin de nasıl olması gerektiği (ölçülü) gibi konuları biliriz. Ruha gelince herkes, onun iyi olması gerektiğini, iyi olması içinse doğruluk, ölçü ve cesaretin mecburi olduğunu bilir. Bir de herkesin ağzında ruhun bilge olması gerektiği de dolanır. Peki nedir bu bilgelik? Neyi bilirsek gerçekten bilge ve iyi oluruz. Yahut bir başka biçimde ifade edeyim. Kimlere gerçekten bilge demeliyiz? Tam bu noktada öncelikle bilgeliğin ne olduğunu da açıklamalıyız. Eğer bunu açıklayamazsak bilge olabilmek için hangi bilimleri sıkıca öğrenmiş olmalıyız buna bakalım.

RASYONALİZM

Öncelikle şöyle başlayalım. Ruhlar, kendilerini taşıyan bedenlerden daha yaşlıdırlar; hatırlıyorsunuz değil mi? İdare edenlerin, idare edilenlerden her yerde öncelikli olması gibi ruhu yaşlı olanlarda, genç olanlara göre iyiye, yaratıcıya daha yakındır. Demek ki ilk olarak meydana gelenin ilkesi de önceden var olması gerekir. Buna ilkelerin ilkesi diyebiliriz.

Hayvanlarda olduğu gibi insanda da ruh vardır, zaten insanda bir hayvandır. En iyi şeylerin meydana gelmesi için beş katı cisim onda bulunmalıdır.  Bunların en başında ateş ve su olmakla birlikte üçüncüsü hava, dördüncüsü toprak beşincisi esirdir (Esir, aither ya da ether: insanın duyularıyla algılayamadığı, katı sıvı ya da gaz halinden farklı, daha düşük yoğunlukta ve daha akışkan formda bütün evreni kaplayan madde, maddenin özü).

Bu beş cismin hangi canlıda hangi yoğunlukta olduğuna göre, sayısız çeşitte hayvanlar meydana gelir. Bedensiz hiç bir yaratık olamayacağı gibi meydana gelmek ve şekil vermek gibi işler ruhun işidir. Ruh yalnızca akılda yaşar ve düşüncelerimizden pay alır. Akıllı bir ruha hakim olan zorunluluk, zorunlulukların en kuvvetlisidir. Çünkü bu zorunluluk idare edilen değil, idare eden olarak kanunları kurar. Ruh, en iyiye yönelerek bu kanunlara göre hareket ettiği zaman onun değişmezliği düşüncesiyle uygun olarak kendisi de mükemmel olur.

Bilgisizliğimizin esas sebebi, yapıp ederken erdemi ikinci planda tutmamızdır halbuki bilge bir ruhun aynı zamanda iyi olması da kaçınılmazdır.

EVRENİN YARATICI RUHU

İnsan kafasını kaldırıp gökyüzüne baktığı zaman sayısız yıldızları ve gök cisimlerini temaşa ederek onların hep aynı şeyleri yaptıklarını görünce bunların bir akılla hareket ettiğini kendi aklından yola çıkarak hızla kavrar. Bu cisimler kendilerini oluşturan aklın kanunlarına en ufak bir sapmaya yönelmeden bir zaman içerisinde sürekli aynı hareketleri tekrarlayarak yörüngelerinden asla şaşmazlar. Bazı ahmaklar ise aynı göğe bakıp yıldızların ve gezegenlerin bu sürekli aynı hareketi tekrarlamalarını ruhsuzluk olarak görür ve bir çok beyinsizi de böyle kandırırlar. Bunlar, hareket edebildiği için insanların akıllı olduğuna hükmederlerken Tanrıya ait olan kanunların ve yıldızların sürekli aynı hareketleri yapmasını akılsızlık olarak hükmederler. Oysa ki insan, düşünceyle bu varlık aleminin özünü kavrarsa alemin de üzerine çıkar ve doğrudan bu alemin kanunlarını ve arkasındaki ruhu temaşa etmeye başlar.

Gök cisimleri gözlerimizin bize gösterdiği kadar küçük değildirler. Akılla bakarsan, onlardan her birinin dünyadan katlarca kez büyük olduğunu temaşa edebilirsin. Bu denli büyük kütleleri aynı şekilde devindirip duran bu kanunları yaratan elbette şuursuz tabiat değildir. Bu durum, ihtimal dahilinde bile olamaz. Bütün bu ulu cisimlerin hesaplı bir matematikle devinen bu kütlelerin karşısında cılız bir varlık olan insan, akıl dışına çıkmamalı ve üzerine hakkıyla düşünmediği konularda sessizliğini korumalıdır.

Bütün bu hareketlerin sebebini bazı şiddetli atılışlar, tabiat ya da bu gibi şeylerle açıklamaya çalışmak yeterince düşünülmemiş bir konuşma olduğu gibi açık bir konuşmada değildir. Şimdi buraya dikkat kesilelim ve varlık aleminde iki çeşit töz bulunduğunu, bunlardan birinin ruh diğerinin de madde olduğunu, her iki türde de  birbirinden farklı bir çok varlıkların bulunduğunu ve bunların arasında üçüncü bir varlık olmadığını ruhun ise maddeden ayrı bir varlık olduğunu söylerken doğru düşünüp düşünmediğimizi sorgulayalım.

Kabul ediyoruz ki ruh, akla sahiptir, beden ise akıldan mahrumdur. Ruh buyurur beden onun emirlerine uyar. Her şeyin sebebi ruh iken, beden ise bu bağlamda kendisine etkide bulunan hiç bir şeyin sebebi değildir. Göklerdeki cisimlerin ruh ve madde olmadan başka bir üçüncü sebeple meydana geldiğini iddia etmek açıkça bir saçmaya hatta deliliğe düşmektir. İnsan elinden çıkan hiç bir tanrı, kanun oluşturacak bu devinimleri yapacak güçte olamayacağı gibi onlar bir heykelden başka bir şey değildir.

Evet, dikkatle incelenirse, tüm bu şeylerin bir birlikten meydana geldiği görülür. Bu yolu değil de başka bir yolu tutmak istersek geriye ancak tesadüfler kalır ki bilgelik arayan ruh bundan memnun olmaz. Böylece bilgeliğe yalnızca felsefe yoluyla erişebileceğimizi de anlamış olduk. Ruhunun doğasına uygun olarak bilgelik yolunda giden bir adam bu kanunları ve gök cisimlerini yaratıp devindiren ruhun da takdirini kazanacak ve tıpkı bedeni ölmeden önce olduğu gibi bedeni öldükten sonra da bu mutluluktan pay almaya devam edecektir. İşte en başında bahsettiğim kimselerde yalnızca bunlardır. Evet, herkes bahtlı değildir. Çok az bir kesim bu dünyada bahtlı bir hayat geçirebilir işte onlar bilgelik arayan bu ruhlardır.

PLATON DERSLERİ 1-EVRENİN RUHU VE SAYILAR /VİDEO

  • 16
    be_endim
    Beğendim
  • 3
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 2
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 0
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 2
    _rendim
    İğrendim
Paylaş