1884 yılında İzmir’de doğan Baha Tevfik Osmanlı Devleti’nin son döneminde yaşamış materyalist ve pozitivist fikirleri irdelemiş, Osmanlı’ya geniş çaplı yaymış isimdir. Osmanlı’da ki ilk felsefeci olarak adlandırabileceğimiz Baha Tevfik, din olgusunun insanlar tarafından üretilmiş kurumsal ve psikolojik bir olgu olduğunu savunurken bilimin gelişmeye devam etmesiyle dinlerin tamamen yok olacağını ön görmüştür. Aristoteles ve Darvinci bir felsefeci olan Baha Tevfik, insanların hayvanlardan, hayvanların bitkilerden, bitkilerin de protoplazmadan evrimleşerek var oldukları görüşünü savunur.
BAHA TEVFİK’İN FELSEFİ GÖRÜŞLERİ
Felsefeden bahsederken kalbinin sızladığını söyleyen Baha Tevfik “Maalesef bizde felsefe yoktur” itirafı yapar ve felsefe hakkında şöyle söyler; “Felsefe istikbalin ilmidir. Her asırda, her yerde bilim ve fen muayyen bir noktaya kadar ilerleyebilmiş ve oradan öteye ancak geçmek arzusu göstermiştir. Bilim ve fennin geçemediği saha faraziye ve nazariye sahasıdır ki buna felsefe denir. Şu hâlde her zaman dünün felsefesi bugünün bilim ve fenni, yarının bilim ve fenni de bugünün felsefesidir.”
Dönemindeki insanların felsefeyle kendi isimlerini ön plana çıkarmaya çalışmak dışında ciddi anlamda ilgilenmediğini açıkça söyleyen ve onları alaya alan Baha Tevfik şöyle söyler “İnsan aynı zamanda iki kadına birden âşık olamadığı gibi hakikate ve ilme cidden âşık olanlar da başka bir şey düşünemezler. Hem ilme hem de hayata âşık olduğunu söyleyenlere inanmayın. Aşk birdir. Aynı dimağda eşit olarak hüküm icra eden iki samimi aşk olamaz.” Yine Voltaire’inin de şu sözünü alıntı yaparak bu sözünün arkasına ekler “Hakikat her zaman açıkça söylenmelidir. Bunun için hakiki bir mevsim ve hususi bir muhit olamaz.” Felsefeye az çokta olsa hizmet edenlerin gençler olduğunu söyler ve bu konuda hem çeviri faaliyeti hem de yayma faaliyeti yaptıkları için Köprülüzade Fuad ve Fazıl Ahmed’i över.
Felsefe kütüphanesi kurarak ve batılı filozoflara Osmanlıya tanıtarak herkesi felsefe yapmaya çağıran Baha Tevfik şöyle haykırıyordu; “Bir memleketin ahlak ve adabına, hareket ve sükununa hatta ahalisinin mizacına bile felsefi fikirler hakimdir. Bu fikirlerden uzak olanlar tıpkı hayvanlar gibi yaşarlar. Onların hayatlarında ne bir usül, ne de bir intizam görülmez.”
OSMANLI’NIN İLK ANARŞİSTİ
Baha Tevfik aynı zamanda Osmanlı’da ilk anarşist olarak kabul edilir. Cemil Meriç onu tükenişin sorumluluğunu imana yükleyen kişi olarak anar. Bireyci olan Baha Tevfik, Platon’u toplumcu olmakla suçlar ve şu sözlerinin aşırılığa kaçtığını ifade eder: “Her şey umumi olmalıdır, hatta gözler, hatta kulaklar, hatta eller!”. Hakiki özgürlüğün ancak kişinin eğitim ve felsefe yoluyla yükselmesiyle mümkün olabileceğini savunan Baha Tevfik, her türlü hatalarımızın, eksiklerimizin, hatta yoksulluğumuzun çaresi olarak Devleti görmemizin yanlış olduğunu bu şekilde bireyin yükselmek bir yana ancak alçalacağını söyler.
Şöyle der Baha Tevfik “Muhalif fırkalar hükümete karşı, ahali aç kalıyor, daha bir fabrika bile açamadınız feryadıyla halktaki acz, tabiyet, iltica hassalarını ilan edip duyururken aynı zamanda “lazım geldiği kadar hürriyetimize malik olamıyoruz” tarzındaki iddialar büyük bir zıtlık içerir. Bir her hareketimizle, her sözümüzle hükümetin üzerimizdeki sonsuz vesayetini tasdik ettikçe hükümete zımnen o kadar büyük bir salahiyet veriyoruz ki buna karşı bazı işlerin teferruatına ilişkin itirazlarımız, bütün hesaplarımızı ve her türlü mesuliyeti üzerine yüklettiğimiz bir katibimizden on paralık bir masrafın hesabını sormamıza ve ona “sen bizim her işimize karışıyorsun” diye çıkışmamıza benziyor. Madem ki onu her işimize vekil tayin ettik, her şeye karışmak hakkıdır. İşte biz hükümeti hala böyle vasi, böyle bir müşkülleri çözücü farz ettikçe onun koyup ikame edeceği kaideleri ve hudutları da hoş görmemiz icap eder. Dünyanın hangi noktasına gidilirse gidilsin, en iptidai en vahşi kavimlerde bile hükümetin kuvvetinin bireyin terakkisiyle ters orantılı olduğu göze çarpar. Şayet böyle olmasaydı ve henüz medeniyet yolundan ve terakkide geri kalmış olan milletlerin başında kuvvetli ve nüfuzlu hâkim hükümetler bulunmamış olsaydı, kavimlerin hallerinde uyum ve itidalden ziyade kargaşa ve kıyamete şahit olunurdu.”
Şöyle devam ediyor Baha Tevfik; “Nüfuzlu bir hükümet, memurlarına mesuliyet tanımayan ve astları hakkında istediği gibi mükafat ve ceza icra eylemekte özerk olan hükümettir. Nüfuzlu bir hükümet, uzun uzadıya soru, açıklama, milli denetim gibi milli meşru hukuku tanımak istemeyen hükümettir. Nüfuzlu bir hükümet, tenkitlere tahammül etmeyen efkâr-ı Umumiyeden korkarak onun sakin ve suskun kalmasını temine çalışan hükümettir. Böylece nüfuzunu halk üzerinde icraya çalışan bir hükümetten fayda değil, zarar beklemelidir, meşrutiyet değil, istibdat beklemelidir, hayat değil uyuşukluk, ölüm beklemelidir, düşüş, hastalık, hatta çöküş beklemelidir.”
OSMANLI TOPLUMUNUN ASIL SORUNU
Toplumun asıl sorununu cehaletten de önce ahlaksızlık olarak gören Baha Tevfik, her türlü yalancılık, dolandırıcılık, göz boyamanın ülke insanında bulunduğunu ifade ederken yapılacak ilk şeyin bu acı hakikati gizlemek değil açığa çıkarmak ve tartışmak gerektiğini söyler. Hilenin, dalkavukluğun, akılla değil hislerle hareket etmenin iliklerimize kadar işlediğini her bireyin kendi çıkarı için ya da başka bireylerin zararına yaşadığını söyleyen Baha Tevfik yüksek düzeyde geleceği parlak bir memurken istifa ederek kendisini felsefeye veren Baha Tevfik şöyle söyler; “Hükümet bir makinadır ki bir kısım halk onu kullanır; bir kısım halk da o makinanın çarkları arasında ezilir. Ve şüphe yoktur ki o makinayı kullanmak, arasında ezilmeye nispetle çok daha karlıdır. Burada makinayı kullananların memurlar, ezilenlerin de memur olmayan bilumum millet bireyleri olduğunu söylemeye lüzum var mı? “
Şöyle diyor Baha Tevfik “Cemiyetimiz kokuşmuştur; çünkü ahlaktan, ilimden her şeyden mahrumdur. Tarafsız nazarla ruhumuzu, şahsiyetimizi tetkik etsek riyadan; kendi kendimizi aldatmak için icad edilmiş ve birer iftihar vesilesi olmaktan başka bir şeye yaramayan sahte karakterlerden, fikir ve malumat namına kırık dökük ve usulsüz olarak toplanılmış disiplinsiz birkaç kitaptan ibaret”
Baha Tevfik yine bir başka yazısında şöyle söylüyor: “Nüfuzlu ve kuvvetli bir hükümete ihtiyacımız olduğunu söyleyenler, bu fikirlerinin gereğini ispat edemezler. İstanbul’da hiçbir gazete kalmadı ki sathi bir surette hükümetin nüfuzundan bahsetmemiş olsun. Bir zamanlar en şiddetli muhalefet gazeteleri bile nüfuzlu ve kuvvetli bir hükümetin lüzumu iddiasına karşı boyun eğiyorlar, en hafif bir tenkit kelimesinin telaffuzundan bile çekiniyorlardı. Bugün ben kendi kendime soruyorum: Nüfuzlu bir hükümetin kullanılış mahalli neresidir? Böyle bir hükümetin nüfuz ve kuvveti kimler üzerinde yürürlükte olacaktır? Halk üzerinde mi? Yoksa harici düşmanlarımız üzerinde mi? Abdülhamid bunu pek iyi yapmış ve milletin yalnız hakimiyetini değil, en basit ve tarafsız arzu ve iradelerini bile öldürmüştür.”
1914 yılında 30 yaşında karaciğer rahatsızlığından dolayı ölen Baha Tevfik ömrünün son 10 yılında yazmaya başlamış ve Osmanlı’da ilk felsefe dergisini çıkaran kişidir. İnsanın kendisinden yola çıkarak Tanrı’yı hayal ettiğini ve ebedi bir hayat arzusuyla tanrı inancını ürettiğini savunan düşünürden söz ederken onun sıkı bir takipçisi olduğu sosyoloji biliminin de temelini atmış olan Sosyolog August Comte’unun 3 hal yasasını benimsediğini de ifade etmek gerekir.
AUGUST COMTE: 3 HAL YASASI
1) Hayali Aşama
2) Soyut Aşama
3) Bilimsel Aşama
İnsanlık tarihi ilk aşama olarak hayali aşamada araştırmalarını doğrudan varlıkların özüne, olayların ilk ve son nedenlerine yani mutlak bilgiye yöneltirken ikinci devre olan soyut aşamada doğa üstü güçler yerlerini soyut güçlere bırakmışlardır. Bu soyut güçler, dünyadaki çeşitli varlıklara bağlı olan gerçek tözlerdir. Gözlenen olaylar, her olayı tek tek ona uygun bir töze bağlayarak anlaşılır. İnsanlık tarihinin üçüncü devresi ise bilimsel aşamadır. Bu aşamada mutlak doğruları bulmanın zorluğu göze çarparken fizik kanunları ve olup biten şeylerin gerçek nedenlerini bulmaya çalıştığı aşamadır. Bilimsel aşamada olaylar, deney ve gözleme dayanarak empirik bir biçimde açıklanır. İnsanlığın düşüncesinin gelişim tarihi içerisinde meydana gelen siyasi değişimler bu üç hali doğurmuştur. Örneğin sanayi devriminin ardından endüstri toplumunun oluşmaya başlaması bilimsel aşamayı doğurmuş ve modern toplum pozitif bilimlerin açığa çıkmasına sebep olmuştur. Comte’a göre pozitivist felsefe insan zekasının gelebileceği son aşamadır.
Pozitivist düşüncenin ilk defa eğitim yoluyla Osmanlı’ya gelmesi 1826’da açılan Mekteb-i Tıbbiye, 1868’de açılan Galatasaray Lisesi ve yine aynı yılda açılan Robert Koleji ile olmuştur. Bu okullarda felsefe ve bilim dersleri okutuluyor ve empirizm, determinizim, materyalizm ve ateizm konuşuluyordu. Pozitivizmi destekleyen ve bunun önünü açan akımlar ise, İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi dernekler vasıtasıyla olmuştur.
BAHA TEVFİK: EMPİRİZM-DETERMİNİZM-SÜREDURUM
Baha Tevfik’in düşüncesinde empirizm, determinizm ve süredurum prensibi vardır. Onun düşüncesinde bilgiye ulaşmak ancak ve ancak deney ve gözlem ile mümkündür ve yalnızca akılla hakikatlere ulaşılamaz. Elbette bunun doğru bir görüş olduğunu savunmak imkansızdır. Çünkü birçok filozof deney ve gözleme dayanmadan yalnızca akılla büyük hakikatleri ortaya koyabilmişlerdir. Örneğin Demokritos’un, hiçbir gözlem ve deney aracı olmadan atomları keşfetmesi gibi.
Yine katı determinist bir tutum takınan Baha Tevfik’in bu görüşünün de doğru olmadığını söyleyebiliriz. Evrendeki determinizmin insan davranışları dahil her şeye egemen olduğu ve doğa yasalarının varlıklar arasında sabit bulunan belirli ilişkilerden ibaret gören düşüncesi 19. Yüzyılda tüm dünyada bilime egemen olan determinist mekanik doğa tasarımının bir yansımasıdır ancak klasik fiziğe duyulan güvenin yıkılmasıyla 19.yüzyılın sonlarına doğru bilim adamlarını da şaşırtan yeni buluşlarla ve o döneme kadar sarsılmaz gibi gözüken Newton mekaniğinin artık düşünceyi daha ileri noktaya götürememesiyle rölativite teorisi ve quantum teorisi ortaya çıkmışlardır. Baha Tevfik’e göre her şey maddeden ibarettir ve madde ezelidir. Bununla birlikte madde ve kuvvet birbirinden ayrılmaz biçimde bulunurlar ve hareket böyle sürer gider. Düşünme, insan ruhu gibi kavramlarda maddeden ibarettir ve aynı zamanda maddede düşünme özelliği de vardır.
BAHA TEVFİK’İN AVRUPALILAŞMA DÜŞÜNCESİ
Avrupalılaşmak fikrinin sonuna kadar arkasında duran Baha Tevfik, Osmanlı’yı çöküş aşamasına getiren olayların söylenildiği gibi Avrupa’nın ayağımıza vurduğu terakki zincirlerinden ya da kapitülasyonlardan değil, taasubu terk etmemekten ve nazarlarını hakikatin dürbünüyle geleceğe yöneltmemiş olmaktan ileri geldiğini söyler. “Avrupalılaşmak ne bir dinden ayrılmaktır ne de bir milliyet kaybetmektir. Nasıl ki bugün lisanımızla, kisvemizle, Türklüğümüze bir noksan getirmiyorsak Avrupalılaşmakla dinimize de bir zarar gelmez. Nasıl ki Uygur, Çağatay lisanlarıyla konuşmak, Buharalıların giydiği kisveyi giymek Türklüğümüze fazla bir meziyet ilave etmezse Avrupalılaşmakla da milliyetimizi kaybetmeyiz. Bilakis onu daha metin esasa bağlamış oluruz. Terakkiye doğru ilerler, medeni alemde bir mevki tutarız. Avrupalılaşmak ne boyun bağı takmak, ne frak giymek, ne Beyoğlu muhitinde yaşamak, dans etmek ve ne de her gördüğü şeyi hafife alıcı bir nazarla istikbal eylemek Avrupalılığa bir örnek olabilir. Bunlar bir takım merasimden ve erkandan ibarettir, teferruattır, sonuncusu da büyük terbiyesizliktir. Avrupalılaşmanın asıl ruhu: Hak ve vazifedir. Hakkı tanımak, vazifeni ifa etmektir. İşte size iki unsur, ki bütün içtimai inkişafın temeli, esası. “