Epiküros sevgili dostu Menoikeus’a sevinç diler…
Felsefe ile ilgilenmeye hiç gecikmeden henüz genç yaşlardayken başlanmalı ve ihtiyarlıkta da bu durum devam ettirilmelidir. Felsefe ile ilgilenmek için çok genç ya da çok yaşlı olduğunu söyleyen bir kimse, mutlu olmak için henüz çok genç ya da artık çok yaşlı olduğunu söyleyen kimseye benzer. O halde gençlerde yaşlılarda felsefe ile ilgilenmelidir; yaşlılar bunu, geçen zamanın kendilerine bağışladıkları şeyleri hatırlayarak bu durumdan duyduğu zevkle genç kalmak için, gençlerde korkusuzca geleceğe bakmak için yapmalıdır. Çünkü kim mutlu değilse onu elde etmek için zahmetlere katlanmaya hazır olmalıdır. Bu nedenle, sana her zaman öğrettiğim şeyleri yap, bunlara çalış ve şüphen olmasın ki bunlar hakikaten de güzel bir yaşam için gerekli şartlarıdır.
Sevgili dostum; her şeyden önce doğanın ölümsüz ve mutlu bir varlık olduğuna inanmalısın çünkü onun tüm tasarımları bize bunu gösterir. Çünkü insanların tanrı dedikleri varlık doğadan başkası değildir. İnsanların inandığı manada tanrılar kalabalıkların zihinlerinde kurdukları şeyler değildirler ve kalabalığın tanrı tasarımına inanmayanlar değil, tam aksine tanrılara onların tasarımlarını yükleyen dinsizdir. Kalabalığın bizlere tanrılar hakkında söyledikleri doğru tanrı tasarımlarına değil, yanlış sanılara dayanır. Bu sebeple onlar kötülerin başlarına gelen belaları,ya da iyilere gelen iyilikleri hep tanrıların takdiri olarak görürler. Çünkü kalabalık kendisi gibi düşünmeyeni yabancı sayar, bu yüzden de her zaman kendisine benzeyen tanrıları benimser.
Ayrıca, ölümün bizler için bir hiç olduğu düşüncesine de kendini alıştır. Bizim iyi ya da kötü dediğimiz tüm şeyler duygularımıza dayanır, ölümse duyguların ortadan kalkması halidir. Bu nedenle ölümün bir hiç olduğunu bilmek bu kısa ve geçici hayatlarımızı tatlı bir hale getirir. Bu düşünce zamanı ortadan kaldırmaz ancak ölümsüzlüğe dair özlemlerimizi giderir; çünkü bir gün artık hayatta olmayacak olmanın korkunç bir şey olmadığını farkeden bir kimseyi bu hayatta artık hiç bir şey korkutamaz. Yine de eğer bir kimse ölümden, acı vereceği için değil de onun bir gün mutlaka geleceğini bilmesinin acısıyla korktuğunu söylerse anla ki o bir delidir; çünkü varlığı bizi ürkütmeyen bir şeyin sadece beklendiği için ve beklendiği sırada bizi kederlendirmesine hiç bir sebep yoktur.
O halde, gelecek olanların en korkuncu olan ölüm bizim için bir hiçtir: Çünkü biz var oldukça o yoktur, o varken de biz artık olmayacağız, bunun sonucu olarakta o ölüm ne dirileri, ne de ölüleri ilgilendirir, çünkü biz yaşarken ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz. Evet, insanlar ölümü en büyük bela olarak görür ve ondan kaçınırlar ama bir yandan da ölüm, hayatın zorluklarından sonra bir dinlenmedir diye ona hasret çeker. Bilgi ise ne hayatı benimsemezlik eder, ne de ölümden korkar; çünkü bilgi ve dolayısıyla ona maruz kalmış bilge kimseler hayattan iğrenmez ve var olmayışı da bir bela olarak görmezler. Bir yemek bilginin nasıl yemeğin bolluğuna değil de iyi pişirilmiş olmasına değer verirse, hayatın bizzat kendisi için de, onun uzun sürmesine değil, kendisine vereceği hazların tadını göz önünde tutar.
Öte yandan, genç insana güzel bir hayatın, ihtiyara ise güzel bir ölümün gerektiğini düşünen bir kimsede budaladır; çünkü hayat sadece hayat olduğu için daima istenen bir şey değildir; güzel geçen bir hayat aynı zamanda güzel bir ölümün de hazırlığıdır.
Şunları söyleyen daha da budaladır: ‘Hiç doğmamış olmak daha güzeldir’. Demek ki bu kişi çabucak Hades’in kapısından geçmek için doğmuş olunca…
Eğer bu kişi bu söylediğine gerçekten inanıyorsa neden intihar etmez? Bu düşünceye kesin bir biçimde hak verdikten ve bunu benimsedikten sonra onu artık intihar etmekten alı koyacak ne vardır? Ama eğer bunu laf olsun diye söylüyorsa, böyle gevezelikleri sevmeyenler için de budalanın biri olur. Sevgili dostum; şunu asla unutma! Her ne kadar gelecek bizim elimizde değilse de, yine de büsbütün bizim gücümüzün dışında da değildir. Onun için ne beklediğimiz geleceğine güvenmeli, ne de hiç gelmeyecek diye tasalanmalıyız.
Bilmemiz gereken bir diğer şey; bizim bazı isteklerimiz doğadan gelir bazıları ise boştur. Doğadan gelen isteklerimizin de bazıları zorunlu isteklerdir bazıları da sadece tabii isteklerdir. Bu isteklerden zorunlu olanların içerisinde bazıları mutluluğumuz için, bazıları da sağlığımızı korumak için ve bir kısmı da yaşamımızı devam ettirebilmemiz içindir. Biz bu istekleri doğru biçimde incelersek bedenin ve ruhun sakinliği içinde nelere çalışmak ve nelerden kaçınmak gerektiğini de öğreniriz; çünkü ancak bunların ikisi birden doğru düşünüldüğünde bize mutlu bir yaşam verebilirler. Bizler aslında her ne yapıyorsak hepsinin asıl nedeni acı çekmemek ve korkuya uğramamak içindir. Bu durumu bir defa farkettik mi artık ruhumuzdaki bütün fırtınalar diner çünkü canlı varlık artık ne kendinde eksik olanı, ne de beden ve ruhun rahatını tam bir hale getirecek başka bir şeyi aramak zorunda kalır. Çünkü hazza karşı, onu ancak acı ile özlersek istek duyarız; yok eğer bu acıyı duymayacak olursak o zaman hazzın da yokluğunu duymayız. Bu yüzden benim iddiam şudur ki haz, mutlu bir hayatın hem başı hem de sonudur. Neyi seçmemiz, nelerden kaçınmamız gerektiğini bizlere gösteren odur, karşımıza çıkan bütün iyiliklerin değerlerini kestirebilmek için duyumlarımızı ölçü olarak kullandığımız zaman, onun ölçeğiyle sonuca varırız. İşte o bizim her şeyin üstümdeki, tabiattan gelme iyimiz olduğu içindir ki öyle rastgele her çeşit hazza kendimizi kaptırmamalıyız bunun tam aksine, bu hazlardan duyacağımız haz karşısında aynı derecede büyük sıkıntı gelmesi tehlikesi olanlarla karşılaşırsak onlardan kaçınmalıyız. Eğer uzun zaman katlandığımız bir acının sonucu daha üstün bir haz olursa, o zaman bir çok acıları hazlardan daha üstün tutarız. Böylece her haz, kendi tabiatı gereği iyidir, ama iyi diye her haz erişilmesine uğraşmaya değmez; nasıl ki bunun aksi olarak, her acı bize kötü gelir, ama bunun için mutlaka kaçınılması gerekmez. Bize düşen, faydalı ile zararlıyı tartarak ve ayırt ederek daima her şeyin daima her şeyin değerini tam olarak vermektir; çünkü bazen iyiyi kötüymüş gibi, kötüyü de iyiymiş gibi kullanırız.
Bize göre, kendi kendine yeter olmak çok iyidir; ama bu durum her zaman en azla yetinmek gerektiği için değil, aksine,çoğu bulamadığımız zaman azı hoş görebildiğimiz içindir; çünkü şuna inanırız ki zenginlikten en büyük zevki, ona en az muhtaç olanlar duyar. Bütün tabii olan şeyler en kolay elde edilenlerdir, boş olanlarınsa sağlanmaları güçtür; yoksulluğun meydana getirdiği acılar ortadan kalkınca o zaman bize en kötü yemekler bile muhteşem bir sofranın verebileceği kadar haz verir; elde edebilmek için büyük bir ihtiyaç duyduktan sonra arpa ekmeği ile su bize en üstün hazzı sağlar. Bu yüzden sade ve az masraflı bir tarzda yaşamak iyi bir sağlık için en üstün garantidir; bu,insana hayatın kaçınılmaz zorunluluklarını kolayca yenmek imkanını verir, ara sıra önüne zengin zevklerden o nispette fazla tat almasını sağlar ve kaderin acı oyunları artık onu korkutmaz.
Hazzın bizim için hayatın en üstün amacı olduğunu söylemekle ne sadece her şeyin tadını çıkarmak isteyen sefihlerin zevklerini, ne de maddi hazları söylemek kastetmiyorum. Bunu yalnız, bizim doktrinimizi anlamayan bilgisiz insanlar, ya da kötülük olsun diye anlamaz görünenler söylerler. Bizim için haz, beden alanında acı çekmemek, ruh alanında da hiçbir huzursuzluk duymamaktır. Ne mutlu bir hayatı meydana getiren ve ardı arkası kesilmeyen içki alemleri, ne güzel çocukların ve kadınların verecekleri zevk, ne de zengin bir sofranın sunabileceği nefis balıklar ve başka yemeklerdir; bunu sadece istenmesi ve kaçınılması gerekenlerin nedenini ta derinliğine kadar inceleyen ve ruhu bir kasırga gibi sarsan boş hayalleri kovan uyanık akıl sağlar.
Her şeyin başında en büyük zenginliğimiz olan ölçülülük gelir. Onun için bu felsefeden bile daha değerlidir, çünkü bütün öteki erdemlerin kaynağı odur; akıllı,namuslu ve doğru yaşamadıkça mutlu olmanın,mutlu olmadıkça da akıllı ,namuslu ve doğru yaşamanın imkansız olduğunu da bize o öğretir. Sahiden erdemler mutlu bir hayata sımsıkı bağlıdırlar ve birini ötekinden ayırmak mümkün değildir.
Doğayı sayan, her an ölümü korkusuzca düşünebilen, tabiatın amacını açıkça anlamış olan, en yüksek iyinin elimizin altında olduğunu ve kolayca elde edilebileceğini, en büyük kötünün ise ya sadece kısa sürdüğünü ya da bize hafif bir acı verdiğini bilen, birçoklarının kaçınılmaz zorunluluklar olarak saydıklarına gülen birinden daha üstün sayacağın kim vardır?