1. Anasayfa
  2. Sokrates

Sokrates-Felsefesi ve Hayatı-Felsefenin İlk Şehidi!

Sokrates kendisinden önceki büyük filozofların aksine sistemli bir felsefe geliştirmemiş ve hayatı boyunca hiçbir yazılı eser bırakmamıştır. Etrafında devamlı ateşli ve hayran bir kalabalık öğrenci grubu vardı. Hayatı boyunca yaz kış çıplak ayakla dolaşması sıcak ya da soğuk gibi ya da açlık susuzluk gibi durumlardan etkilenmemesi çevresindeki insanların dikkatini çekiyordu. Düşünmek ve yeni şeyler öğrenmek onu çok heyecanlandırıyor bu nedenle hayatı seviyor, kaliteli ve mutlu yaşıyordu.

Sokrates-Felsefesi ve Hayatı-Felsefenin İlk Şehidi!

Sokrates kendisinden önceki büyük filozofların aksine sistemli bir felsefe geliştirmemiş ve hayatı boyunca hiçbir yazılı eser bırakmamıştır. Etrafında devamlı ateşli ve hayran bir kalabalık öğrenci grubu vardı. Hayatı boyunca yaz kış çıplak ayakla dolaşması sıcak ya da soğuk gibi ya da açlık susuzluk gibi durumlardan etkilenmemesi çevresindeki insanların dikkatini çekiyordu. Düşünmek ve yeni şeyler öğrenmek onu çok heyecanlandırıyor bu nedenle hayatı seviyor, kaliteli ve mutlu yaşıyordu. Bazen düşüncelerinin yoğunluğundan donup kalıyor, etrafında olup bitenlerden haberi dahi olmuyordu bu durum çakılıp kalma (kataleptik) biçiminde kendinden geçme (trans) durumlarıydı. Yaşadığı bu çakılıp kalmalara şahit olan insanlar da oluyordu. Bu çakılıp kalma durumu bazen kısa sürüyor bazen bir günden uzun sürüyordu.

Sokrates aynı zamanda gerçek bir vatanseverdir. Peloponnes Savaşında ülkesi için gösterdiği cesaret ve kahramanlığı dillere düşmüştü. Boynu çekmeye gelmeyen karakterli bir adam olduğuna bütün Atina şahitti.

Sokrates tartışmalarını önce tanımlarla başlatır karşısındaki ile aynı tanım üzerinde düşündüğünden emin olur ardından tümevarım yöntemiyle giderek yükselir. Sürekli sorular sorar bu sorular yer yer saldırgan sorulardır ve gelen cevaplarda hakikat arar eğer bir hakikat bulursa yine tümevarım yöntemiyle konuyu yakınlaştırarak irdeler tüm bunları yaparken de analoji metodunu kullanırdı. Tartışmalarında karşısındakini ironi yöntemiyle gülünç duruma düşürmekten çekinmezdi.

“Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” diyen Sokrates, insanlarla tartışmalarında bu ön kabulle yola çıkar ve soru sorduğu kişilerin bu soruların cevaplarını bildiklerini iddia edip ona cevap vermelerini sağlardı. Bu cevaplar, karşısındaki kişinin aslında henüz sorulan soruda en basit temel kavramlardan habersiz olduğunu gösteriyordu. Bir çoğumuz ezber kalıplarla yaşar ve bir şeyler bildiğimizi zannedebiliriz ancak ne bildiğimizin üstüne gidilerek bunlar deşilecek olursa en iyi bildiğimizi sandığımız şeyleri bile aslında bilmediğimizi bunların ezber ya da kalıp yargılar olduğunu fark ederiz. Sokrates kendisine verilen cevapları işte böyle ameliyat ediyor ve ardından sorduğu yeni sorularla kişinin kendi zihnindeki hastalığı görmesini sağlıyordu. Tartıştığı kişilere hayır o doğru değil doğru budur gibi cümleler kurmazdı o kadar ki Sokrates bu tartışmada adeta yoktur yalnızca sorularla kişinin kendi içine dönmesini ve hakikati bulmasını sağlardı yani bir anlamda kişi kendisiyle tartışıyordu. Sokrates’e göre, bir şeyin ne olmadığını bilmek çok önemlidir çünkü yanlışlarla dolu bilgilerle hakikate ulaşılamaz.

SOKRATES’İN SOFİSTLERLE TARTIŞMALARI

Sokrates, genel geçer doğrular olduğunu kabul etmiyor tümel bir hakikat olduğunu iddia ediyor ve bu noktada sofistlerden ayrılıyordu. Sokrates’in hayatı sofistlerle tartışarak geçmiştir. Sofistlerle tartışmalarında kendi hayatında da yaptığı gibi hiçbir şey bilmediğini baştan sav olarak belirliyor ve onlarla onların iddiaları üzerinden fikirsel çatışmalara başlıyordu. Kendisinin bir iddiası yoktu, karşısındaki kendi iddiasını ya da felsefesini ona açar o da onu kendi iddiasıyla sorgulamaya başlar ve bu konuşma sürdükçe karşısındaki tartışmacı kendi iddiası veya görüşlerinin de boş ve asılsız çıktığını fark ediyordu. Kendisine “ebe” sıfatı yakıştıran Sokrates, zihin yoluyla insanlara hakikati doğurtuyordu. Sokrates ne bir doğa filozofudur ne de fizik alemle ilgilenir o yalnızca kendi içine bakarak hakikati kavramaya çalışır ve bu baktığı yerin adı da vicdandır.

Sofistlerin kol gezdiği Atina’da çarşı pazar sıradan vatandaşlar ve yer yer devlet yöneticileriyle tartışmaya giren Sokrates’e göre her şeyden önce ne olup bittiğini anlamadan dünyaya gelip doğduğu toplumun kültür ve değerlerini doğru olarak benimseyen insanlar öncelikle kendisini, ardından toplumunu ve devletini sorgulamalıdır. Yaşadığı ülke ve dönemin temel ahlak ve görgü kurallarını sorgulamadan doğru kabul eden insanlar için şöyle söyler Sokrates: “Sorgulanmayan hayat, yaşamaya değmez” İnsan ruhunu kıstas alan Sokrates’e göre “Erdem nedir?” “İyi ve kötü nedir” gibi esas sorgulamaları yaparak maddiyat ve maddi hazlar gibi sahte mutluluklara düşmeden her şeye rağmen ahlaklı ve dürüst bir hayat sürmek her insanın başlıca konusu olmalıdır. Eğer böyle yapmazlarsa sorgulanmamış bir hayatın içinde hapsolmuş insanlar küçültücü egolarının esiri olarak zenginlik, haz, şan şöhret gibi boş şeylerin peşinde koşacaklar ve bilgi ve erdemin üstünlüğü karşısında her daim aciz kalarak asla hakikate ve onun erdemine ulaşamayacaklar bir başka ifadeyle asla olamayacaklardır. İşte bu nedenle Delphoi Tapınağında yazılı o müthiş sözü herkese haykırır Sokrates: “Kendini bil!” der.

Delphoili kahinler tarafından Atina’nın en bilgesi ilan edildiğinde 30 yaşındaydı. Yine bu yaşlarda Suriye’den gelen bir büyücü Sokrates’i birçok şeyle suçlamış ve ölümünün şiddet sonucu olacağını söylemiştir.  Sokrates kendisini fikirsel düelloya davet eden herkesin davetine icabet etmiş olmakla birlikte bir sofistle tartışacağı zaman halk maça gider gibi bu tartışmayı heyecanla izlemeye gidiyordu. Atina’yı adeta ahtapot gibi sarmış olan sofistlerin halkta ciddi bir karşılığı olmaya başlamıştı. Söyledikleri ilk başta kulağa son derece doğru geliyordu ancak gerçekte bu sözlerin ne hakikatle ilgisi vardı ne de erdemle. Halk önceki filozofların felsefelerini ya ağır geldiği için ya da büyük fikirlerin sürekli birbiriyle çarpışıp durmasından yorulmuş bir biçimde deyim yerindeyse kendini sofistlerin kollarına atmışlardı. Ancak Sokrates’in sofistlerle tartışmalarına katılanlar, Sokrates’in yani diğer bir ifadeyle felsefenin büyüklüğü karşısında tekrar teslim olmuşlar ve sofistleri bırakıp Sokrates’in öğrencisi olmak için birbirleriyle yarışmışlardır.

“İnsanlar bir şey bilmeyip sadece bilgi tasladıklarının açığa vurulduğunu kabul etmekten hoşlanmaz” diyordu Sokrates. Ne var ki bu tür sözleri nedeniyle onu da bir sofist olarak gören insanlar da olmuştur.  Maddi durumu iyi değildi ancak öğrencilerinden ya da onu dinleyenlerden hiçbir zaman ücret talep etmemiştir. Nerdeyse hiçbir şeye ihtiyacı yoktu kendi kendine yeten biriydi. Bir gün pazarda satılan mallara bakıp “Bu dünyada ihtiyacım olmayan ne kadar çok şey var” dediği bilinir. Gençlere aşırı gitmemek ve ölçülü olmayı sıkça öğütlüyordu. Halk içerisinde pek çok kişi onu son derece küstah ve kibirli buluyordu.

SOKRATES’İN TANRISI

Sokrates, Doğa filozoflarının aksine doğayı anlamaya çalışarak insana ulaşmaz, insandan yola çıkarak tanrıyı anlamaya çalışır. Gençliğinde Anaksagoras’ın “nous” fikrine ilgi duymuş bu alanda okumalar yapmış ancak daha sonra hayal kırıklığına uğradığını söylemiştir. Yine Herakleitos’un fragmanlarını okuduğunda şöyle söyler: “Anladıklarım mükemmel; herhalde anlamadıklarım da öyledir. Bunları anlamak için Deloslu bir dalgıç gerekir.”

Sokrates her şeyden önce tanrıyı özü itibariyle bir insan gibi düşünür, tanrı şeylere düzen vermekte, dünyaları ve alemleri düzenlemekte üstelik bütün bunları olabilecek en mükemmel olacak şekilde yapmaktadır. Sokrates’in Tanrısı, Atinalıların tanrılarından çok farklı olarak insan aklının idrak edemeyeceği bilinemez bir varlık değildir aksine o da bir insan gibi davranışlarında mükemmel olanı hedefleyen bilinçli bir varlıktır veya doğrudan bilincin kendisidir. Sokrates’in tanrısı bir ölçüde Anaksagoras’ın nous’una benzemektedir ancak onun hayal kırıklığına uğradığı nokta bu nous’un bir amaçla ya da bir başka deyişle Sokrates’in istediği gibi değil de bir anlamda mekanik biçimde hissiz duygusuz yaratıyor olmasıdır.

ERDEM BİLGİDİR

Sokrates insanları bir kenara çekip onlarla neyi bildiklerini tartışıyordu. Bu tartışmalarda bazen karşısındakini kızdırdığı ya da küçük düşürdüğü için fiziksel şiddete varan sonuçlarla karşılaşıyordu. Tartışmaya başladığı kişiler bilge geçinenler bile olsa daha tartışmanın ilk dakikalarında ani bir elektrik şoku yemiş gibi oluyor ve uyuşuyorlardı. Sokrates, insanların özünde hakikati bilen bir cevher bulunduğunu eğer yanlış yapıyorlarsa yanlış şeyler iddia ediyorlarsa ya da yanlış bir hayat yaşıyorlarsa onlara sorgulama yöntemiyle doğrunun gösterilmesi halinde özlerine döneceklerini düşünüyordu. Şöyle diyor Sokrates “Erdem bilgidir. Erdemsizlik ise bilgisizlikten başka bir şey değil

Sokrates kendisi de ifade ettiği gibi hiçbir şey bilmemektedir ancak onu diğer insanlardan ayıran en büyük farkta işte tam burada ortaya çıkmaktadır. Sokrates, bilmediğinin farkındadır ki bu başlı başına bir bilgeliktir ancak insanlar bildiğini zannetmektedir ve Sokrates’le tartıştıklarında hiçbir şey bilmedikleri ortaya çıkmaktadır. Kuşkusuz Sokrates’in bu tavrı birçok kişi tarafından küstahlık olarak görülüyor ve insanların bildiğini zannettikleri şeylerle dalga geçiyor olarak görülüyordu.

Delphoi Tapınağındaki kâhinin “İnsanların en bilgesi genç Sokrates’tir” sözü Sokrates’i çok şaşırtmıştır. Çünkü hiçbir şey bilmediğini söyleyen bir adamın tanrılarca en bilge kişi ilan edilmesinin altında ki hikmeti Sokrates aramış ve nihayetinde bilmediğini bildiği için bilge ilan edildiğinin farkına varmıştır. Sokrates, insanların yanlış davranmaları ya da bile isteye kötüyü seçmelerinin nedeni olarak yalnızca cehaleti sebep olarak görüyor ve onun özündeki şey gerçek bir bilgi ile onlara öğretilirse bir başka ifadeyle sanılarından kurtulup gerçek bilgiyle bütünleşirse artık yanlış davranamayacağı ile ilgili görüşü sonraları öğrencisi Aristoteles tarafından eleştirilmiştir. Aristoteles’e göre bu düşünce safdil bir düşüncedir ve insan bile isteye kötüyü seçebilir çünkü insanların birçoğu ahlaken zayıftır.

Sokrates’e göre bunun farkında olsun ya da olmasın her insan özünde iyi olanı arzular. Erdemler yalnızca bilgi ile elde edilebilir ancak burada sorun gerçek iyinin ne olduğunun bilinmesidir çünkü hakiki iyiyi kavrayamamış bir insan bu yanlış bilgisi nedeniyle oradan oraya savrulup duracaktır. Sokrates’in öğretmek gibi bir iddiası hiç olmadığı gibi insanlara bir şey öğretilemeyeceğini çünkü onların bunu aslında bildiklerini iddia eder. Bu yöntemi doğurtma olarak niteleyen Sokrates, insanın bütün hakiki bilgiye esasında doğuştan sahip olduğunu ancak bunun açığa çıkartılması gerektiğini savunur. Buna Sokratik yöntem adı verilir.

SOKRATİK YÖNTEMLE HATIRLAMAK

Bir gün Platon hocası Sokrates’e sorar: “Hiçbir şey bilmiyorsak nasıl bilebiliriz” Sokrates’in yanıtı muhteşemdir: “Birlikte hatırlayabiliriz” Sokrates’in Platon’a verdiği bu yanıt Sokratik Yöntemle mümkün olmaktadır.

Aristoteles’in de ifade ettiği gibi Sokrates, tümevarımsal konuşmalar ve kanıtlamalarla hareket eden ilk filozoftur bu iki yeniliği buluş sayar. Kanıtlama şudur. Örneğin “Adalet” kelimesini ele alalım ve bu adalet konusunda karşımızdakiyle tartışmaya başlayacağımızı düşünelim. Her şeyden önce adaletin ne olduğunu ne olmadığını ortak bir şekilde parçalara bölüp her ikimizin de adalet kelimesine yüklediğimiz anlamların doğru olduğunu bilmeliyiz ve bu kelimenin iki insanın zihninde nihayet aynı anlama gelene kadar kanıtlama yöntemiyle bu kavramı deşerek ortak payda da buluştuğumuzda şimdi adalet hakkında konuşmaya ya da tartışmaya başlayabiliriz demektir. Eğer birinin kafasındaki adalet tanımı örneğin üç birim ifade ediyorsa karşısında ise iki birim ya da dört birim bir şey ifade ediyorsa tartışamayız çünkü öncelikle adaleti aynı şekilde algılamıyoruz ve adalet dediğimiz zaman ikimizin kafasında birbirinden farklı düşünceler tezahür ediyordur ve böyle bir ortak nitelik yoksa sözcükler anlamsızdır.

SOKRATES FELSEFESİNDE “İYİ” VE “KÖTÜ”

Erdem, adalet, cesaret, ölçülülük gibi kavramlar gerçekten bir hakikat olarak insanlardan bağımsız bir biçimde bir yerlerde var oldukları için mi biz onları düşünürüz yoksa onları bütünüyle insanlar mı uydurmuştur. Sokrates’e göre bu tür kavramlar insanlardan bağımsız olarak nesnel biçimde vardırlar, bunlar insanların kuruntuları değildir. En korkak insan bile gerçekte cesaretin ne olduğunu ve kendisinin korkak olduğunu bilir, en ahlaksız insan bile içinde bir yerlerde yapıp ettiklerinin ahlaksızlık olduğunu bilir, adaleti çiğneyen bir kimse yaptığı şeyin adil olmadığını içten içe bile olsa yine de bilir. Demek ki bu tür kavramlar insanların uydurduğu şeyler değildir bunlar insanlardan bağımsız olarak evrende nesnel olarak hep vardırlar.

Sokrates bu nedenle tartışmalarında kendi tezini öne sürmez tamamen karşısındaki kişinin söylediği sözlerin içinde hataları çekip bularak onun önüne koyardı. İnsanlara hakikat şudur diye anlatmaya gerek yoktu çünkü zaten hatalı düşüncelerini fiil ve eylemlerini düzeltirlerse yani ne olmadığını bilirlerse özlerindeki hakikate ulaşmaktan başka yolları zaten kalmayacaktır. Sokrates’le tartışan sofistlerin ya da devlet yöneticilerinin birçoğu bu nedenle tartışmayı sonlandırarak tartışmadan kaçmak yolunu seçerler çünkü gittikleri yerin hakikat olduğunu tartışmanın başındaki iddialarının sahte bir gerçeklik ya da düşünce olduğunu fark ediyorlardı. Sokrates adeta insanlara kendi düşüncesine dair tek bir söz etmeden onlara hakikatin bir aynasını tutarak onları kendi kendilerine konuşturuyor ve savundukları şeyin içinin boş olduğunu onlara gösteriyordu. Bir başka ifadeyle, içinde zaten halihazırda var olan ama üstü örtük hakikatleri insanın içine dönerek kendilerini bilerek tanıyarak bulmalarını sağlıyordu. Yine bu türden nedenlerle, karşısına yalnızca bir kişiyi alarak onunla diyalog halinde tartışıyordu birden fazla kişiye konferans verir gibi konuşmuyordu.

Eğer bütün insanlar ruhlarında adalet, cesaret, ölçülülük gibi erdemlere doğuştan sahipseler o halde neden bunlara uygun yaşamamaktadırlar? Örneğin neden adaletsizlik yapmaktadırlar? Neden ölçüsüzce çığırtkanlık yapmaktadırlar? Sokrates’e göre bu sorunun cevabı oldukça basittir. Çünkü insanlar kendi içlerinde var olan bu hakikatlerin henüz tam olarak bilincinde ya da farkında değildirler. Peki sorun yalnızca bilgisizlik midir? Bunun dışında bir diğer neden de bu kavramları doğuştan tözden alan insan ruhunun bu dünyada bir de beden belası içerisinde bulunmasıdır. Beden ruhu sürekli baskılamaya çalışır bedenine daha çok kulak veren insanlar da doğal olarak hakikatten o denli uzaklaşmaktadırlar böylece. Bedenin ölçüsüzlükleri, aşırılıkları tutkuları çoğu zaman ruhun ve aklın gerçeklerini karartmaktadır.

SOKRATES’İN TANRISAL İÇ SESİ

Sokrates, içinde kendisine yol gösteren neyi yapacağına karışmayan ancak neyi yapmayacağı konusunda onu engelleyen tanrısal bir ses olduğunu söylüyordu. Bunu daimon olarak tanımlıyordu ancak bu dinsel bir terimden yani vahiy gibi bir meseleden çok hakikatin onun içinde tecelli etmesidir diyebiliriz. Bu sesin vicdan olduğunu iddia edenler de olmuştur ancak Sokrates’in çok daha özel ve benzersiz bir şeyden bahsettiği açık biçimde ortadadır. Yine Sokrates, yaşamı boyunca insanlarla tartışarak onlara bilgisizliklerini göstermesinin nedenini bu konuda görevli olduğu ile açıklıyordu ki bu dikkat çeken bir unsurdur. Mahkeme süreci ve ölüm cezası almasında bu sözlerinin de etkisi olmuştur. Bu iç sesin, peygamberlerdeki gibi bir ilham ya da vahiy olduğunu iddia edenler de vardır.


Sokrates bu sese kulak vererek siyasete bu yüzden girmediğini ifade ederek şöyle söylüyor:

Bir tür ses olan bu simge, ben henüz çocukken kulağıma gelmeye başladı. O, yapacağım bir şey konusunda bana hiç emir vermez, fakat beni engeller. Politikacı olmamı engelleyen de odur.”

(Bu sözleri Atina’nın tanrılarına karşı başka bir tanrıyı ortaya çıkardığı konusunda mahkemece kanıt olarak görülecektir)

SOKRATES’İN MAHKEME SÜRECİ VE SAVUNMASI

M.Ö 399 yılında Meletos, Sokrates hakkında açık suç duyurusunda bulunur: “Meletos, Sokrates hakkında bu suçlamayı yaptı ve yemin etti. Sokrates devletin inandığı tanrılara inanmamakla ve başka birtakım tanrılar getirmekle suç işlemektedir; ayrıca gençlerin ahlakını bozmakla da suçludur. İstenen ceza ölüm” Sokrates’in Yunan tanrıları masal olarak gördüğü bir gerçektir ve bu suçlama özü itibariyle doğrudur. Ancak Sokrates’in günümüzden baktığımızda dinsiz olduğunu söylesek bile tanrıya inanmadığını söylemek mümkün değildir Sokrates günümüzde deist kavramına oldukça yakın görünüyor. Çağının çok ötesinde bir evrensel bir hakikate ya da tanrıya inandığı ancak dinleri reddettiği açıktır. Gençlerin ahlakını bozduğu iddiasına gelince Meletos bugün yaşasa ve ahlak felsefesinin kurucusu olan bir filozofu ahlaksızlıkla suçladığını görse muhtemelen kendisi de yaptığına gülerdi. Bununla birlikte Sokrates’in bir öteki dünya inancına da sahip olduğu açıktır.

Sokrates kendisine ölüm cezası çıkacak mahkemeyle dalga geçerek sabırları taşırmıştır. Davayı ciddiye almıyor gülünç buluyordu belki de nasıl bir durumda olduğunun gerçekten farkında bile değildi. Mahkeme heyetine ders vermeye çalışır, alaycı ifadeler kullanır kendisini cezalandırmalarını değil takdir etmelerini ister. Ölüm cezası yerine Atinalı kahramanların ömür boyu ücretsiz yemek yediği kutsal salonda kendisine loca yapılmasını ister bir noktadan sonra mahkemede sinir çığlıkları yükselmeye başlar Sokrates işi biraz daha ciddiye alır ya da almış gibi davranır mahkeme ona 30 mine ceza ödemesi gerektiğini söyler ancak Sokrates sadece 1 minesi olduğunu bununla da bir sürahi şarap almayı düşündüğünü söyler. Mahkeme üyelerinden yine çığlıklar yükselmeye başlar. Tam bu esnada Sokrates’in arkadaşları ve öğrencileri de biraz daha makul olması için ona yalvarmaktaydılar. Mahkemenin başında 220’ye karşı 280 üyenin elini kaldırmasıyla ölüm cezası almıştır ancak bu alaycı tavırlarından sonra yapılan yeni oylamada bu oran 140’a karşı 360 ile ölüm cezası olarak değişmiş ve onanmıştır. Öğrencileri mahkemenin daha önce kestiği para cezasını ödeyeceklerini söyleseler de mahkeme artık bunu kabul etmez.

Bu noktada Sokrates mahkeme heyetine şunları söyler: “Şimdi, ey beni ölüme mahkûm edenler. Size gelecekten söz etmek isterim. Yakında öleceğim çünkü. Ölüm saati gelip çatınca insanlara geleceği bildirme gücü bağışlanır. Katillerim olan sizlere şunu bildirmek isterim: Çekilip gitmemden sonra, beni uğrattığınız cezadan daha ağırı bekliyor sizleri… Eğer insanları öldürmekle birtakım kişileri, kötü yaşantılarınızı kınamaktan alıkoyacağınızı sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Olanaklı ya da onurlu bir kaçış yolu değildir bu. En kolay ve en soylu yol, başkalarını yeteneksiz kılmak değil, kendinizi düzeltmenizdir

Sokrates bu konuşmasının ardından kendisinin suçsuzluğuna oy veren yargıçlara dönerek bir nevi teşekkür mahiyetinde onlara da şu sözleri söyler: “Başka zaman olsa beni durduracak olan içimdeki ses bugün buraya gelmem ve burada konuştuklarım konusunda başından beri sessiz ve beni durdurmadı. Bu başıma gelenlerin iyi olduğunu ve ölümü kötü zannedenlerin yanıldığını ima eder. Çünkü ölüm ya düşsüz bir uykudur (yok olmak) ya da tin öbür dünyaya göç eder. Öbür dünyada, adamı, soruyor diye öldürmezler. Hem de kesinlikle öldürmezler. Bizden daha mutlu olmalarından ayrı olarak, söylenen doğruysa ölümsüz olacak oradakiler çünkü… Ayrılık saati gelip çattı. Yolcu yolunda gerek, ben ölmeye, sizler yaşamaya. Hangisi iyi Tanrı bilir

SOKRATES’İN İNFAZI

Normal şartlarda ölüm cezası mahkemenin ardından 24 saat içinde infaz edilecekti ancak kent yasaları gereği kutsal kadırga gemisi şehre dönmeden idam cezaları infaz edilmiyordu bu nedenle zincirlenerek zindana atılmıştır, kadırganın kente dönüşünde infaz edilmek üzere. Ve nihayet bir ay sonra kutsal kadırganın yaklaşmakta olduğu haberi gelir bu aşamadan sonra öğrencileri son bir gayretle onu kaçırmak için çeşitli rüşvetler verdiklerini ve bu yolun artık mümkün olduğunu ona söylerler ancak bunu kabul ederse bütün hayatını yalanlamış olacağını söyleyerek bu teklifleri kabul etmez. O gün Sokrates’in son günüdür öğrencileriyle son dersi başlar bu dersin konusu ölüm üzerinedir. Şunları söyler Sokrates: “Ölüm bizi hedefe götüren bir patikadır yalnızca. Ruhumuz, beden belasıyla uğraştığı sürece asla özlemlerimize ulaşamayacağımızı gördük. Beden bizi kendi peşinden kendi ihtiyaçlarına göre koşturur durur böyle bir durumda felsefeye yeterli vakit kalmaz. Bundan daha da kötüsü ise, beden bizi bir an için bile olsa rahat bıraktığında ve biz bir şeyler düşünmeye yöneldiğimizde onun yine bizim dikkatimizi dağıtıp huzurumuzu kaçırması ve kafamızı karıştırmasıyla asıl olan hakikatten yine uzaklaşmış buluruz kendimizi. Şeylerin özüne bir kez olsun dikkatle ve ruhumuzla bakabilmek için bedenden ayrılmamız gerekiyorsa bu bizler için bir külfet değil aksine bir hediyedir. Bedenimizden sıyrılan ruhumuz böylece bütün zayıflıklarından sıyrılır ve arınmış olarak aynı türden dostlarımızla her şeyi olduğu gibi görerek bir arada olacağız. Ve işte hakikat olan da herhalde bundan başka bir şey değildir.”

Bu sohbetin üzerinden çok geçmeden mayıs ayında görevli tarafından kendisine uzatılan baldıran zehir dolu kabı bir dikişte içer ve uzanarak ölümü bekler. Bu esnada öğrencileri ağlamaya başlar ortalıkta bir gürültü hâkim olur ancak Sokrates “Duydum ki birisi ölürken sessiz olunmalı. Sessiz kalın ve metin olun” der. Birkaç dakika sonra da son sözleri şunlar olur. “Ey Kriton. Asklepios’a bir horoz borçluyuz.”

Asklepios’un, Epidauros tapınağında hastalar uyutulur ve bu uykudan şifa bulmuş olarak uyanırlardı, şifa bulmaları üzerine insanlar bu tapınağa horoz adardı. Görülüyor ki Sokrates, ölümü şifa bulmak ve ölümün kendisinden bile yeni bir şeyler öğrenmek olarak görüyordu. Sokrates, ölüm ve ötesi konusunda Pythagoras ile aynı fikirdeydi. Bu fikir orphizm’dir. Hayat bir dönüşümdür ve ölüm bir son değildir, insanlar, hayvanlar defalarca kez doğarlar ve defalarca kez ölürler bilgeler yani dönüşümünü tamamlamış büyük ruhlar ise doğrudan tanrı katındadır ve onlara artık ölüm yoktur.

Sokrates’in ölümünden sadece birkaç gün sonra Atinalılar yaptıkları şeyin korkunçluğunu kente hızla giren bir fırtınayı kavradıkları gibi kavrarlar. Kentte resmi yas ilan edilir, okullar salonlar tiyatrolar kapanır. Sokrates’in idam edilmesinde büyük payı olan onun mahkemeye çıkmasına sebep olan Meletos idama mahkûm edilir, bir kısım mahkeme üyeleri de sürgünle cezalandırılır ve Sokrates’in ilk tunç heykeli yapılır.

FELSEFENİN İLK ŞEHİDİ: “SOKRATES”

Mahkemenin ardından ölüm cezasının infaz edilmesini beklediği günlerden bir gün kendisine “Atinalılar seni ölüme mahkûm ettiler” diyen birine “Doğa da onları” demişti Sokrates. Genç Platon, adeta bir aşkla bağlı olduğu hocasını öldüren Atina Devletine kin duymuş, ümidi kırılmış ve bu olay nedeniyle siyasete girmeyeceğine yemin ederek doğru ve adil bir devletin nasıl olması gerektiği konusunda hocasının ölümünü gözünden hiç ayırmayarak çağları aşan “Devlet” kitabını yazacaktır. Düşünceleri uğruna öldürülen ilk filozoftur Sokrates, felsefenin ilk şehidi ilk kanıdır. Düşünceleri ve inandıkları uğruna hiç olmazsa bunu ağzıyla bile olsa inkâr etmesi ölüm cezasından kurtulması için yeterliyken inançlarından ve felsefe yapmaktan taviz vermemiş ve göz göre göre trajik bir biçimde ölüme gitmiştir. Dünya var oldukça, Sokrates insanlığı etkilemeye devam edecektir. Yaşamı ve ölümü bütün dünyayı öylesine etkilemiştir ki onun ölümünden sonra felsefe biliminin kendisi bile kendini ikiye ayıracaktır: “Sokrates öncesi ve Sokrates sonrası

SOKRATES FELSEFESİ VE HAYATI DERSİNİ VİDEOLU İZLEYİN

  • 20
    be_endim
    Beğendim
  • 1
    be_enmedim
    Beğenmedim
  • 1
    alk_lad_m
    Alkışladım
  • 3
    sevdim
    Sevdim
  • 0
    e_lendim
    Eğlendim
  • 0
    _rendim
    İğrendim
Paylaş

Yorumlar (4)

  1. 20 Kasım 2022

    Müthiş bir çalışma olmuş, teşekkürlerimi sunuyor ve yürekten tebrik ediyorum ?

  2. Çok Başarılı bulduğum özel bir makaleydi. Özü bize duru bir şekilde aktarmışsınız. Bu bilgiler ışığında Tiyatro Merdivenin ‘Üç Maymun’ oyununu izlemenizi öneririm. Oyun 08.01.2023 Pazar günü Saat 19.30 da Kadıköy Moda Sahnesinde sahnelenecek.

    Oyunun Broşüründen:
    ‘Anytos: Biz Sokrates’i ne ile suçluyoruz?
    Lycon: Tanrılara karşı gelmek, yeni tanrılar uydurmak ve gençlere Tanrı tanımazlığı öğütlemek
    Anytos: Peki, hakikatte bu böyle mi?
    Herkesin kendi hakikatini yazmaya çalıştığı ve gerçeğin bilgiden koparılarak yok edildiği bir dönemden geçiyoruz. Peki, biz bu gerçekliğin neresindeyiz? Hangi soruları soruyoruz?
    İktidar, şöhret ve para için bir araya gelmiş üç güç, bir masa başında, kendisine ” Ben, Tanrı’nın devletin başına musallat ettiği bir at sineğiyim ” diyen baldırı çıplak, yalın ayak bu adamı, otoritelerine çomak soktuğu için yargılatıp, idam ettirmek üzere bir plan hazırlığı ile toplanmışlardır. Korkuları ” Sokrates gibi büyük bir filozof bile yalın ayak dolaşırken, siz nasıl oluyor da zengin hayatı sürüyorsunuz ” diyecek olan halktır. İktidar olamazlarsa halkı yönetemeyecekleri korkusu ile bu kararı alırlar.
    Anytos, Meletos ve Lycon gibilerden oluşan bu üç gücü asırlar öncesinden, bugünden tanıyan ve hatta yarın da tanışacak olan bizler, Theodote’u tanıyor muyuz?
    Theodote: Sokrates kentin en bilge, en akıllı adamıydı. Öldükten sonra her şeyin bu şekilde gelişeceğini öngörmemiş olamazdı. O yüzden kendi ölümünü tasarladı. Öyle bir ölmeliydi ki ölümü onu kahramanlaştırsın. Onurunu kaybetmeden ölüme mutlu bir şekilde yürüdü.
    Bildiği tüm doğrular için af dilemek yerine baldıran zehrini içerek yaşamına son veren Sokrates’in iradesini örnek alarak, varlığını tehdit eden güce; ” Yaşayıp göreceğiz. Elinden geleni ardına koyma ” diyen, bilginin gerçekle ilgili hakikatte gizli olduğunu bilen Theodote’u tanıyor muyuz?
    Buyurun biz sizi tanıştıralım. Görelim, konuşalım, duyalım. Bakalım kimmiş O.

    Üç Maymun Ekibi’

    • 7 Ocak 2023

      Çok güzel bir oyun olacağına eminim. Size başarılar diliyorum. Hangi şehirde ve detayları verirseniz her akşam youtube da canlı yayın yapıyoruz reklamınızı yapayım.

  3. Çok teşeşekkür ederiz. Çok naziksiniz. Tiyatro Merdiven Üç Maymun oyununu 04.02.2023 Cumartesi günü saat 20.30 da Şişli Tiyatrosunda oynayacak. Bekleriz efendim.

Bir yanıt yazın