MUTLULUĞUN SIRLARI
Önsüz
Sayın okuyucularım, yaklaşık 2007 yılından bu yana felsefe üzerine araştırmalar, incelemeler yapıyor ve öğrendiğim tüm bilgilerin değerlendirilmesi sonrasında kendimce oluşturduğum felsefe fikirlerimi hala yazıyorum. Önce milliyet blog’da başlayan giriş sayılabilecek yazılarıma, her yıl gelişen fikirlerimle ozkansalman.blogspot.com’da yazmaya devam etmekteyim.
Bütünsel ve sınırları belli olan bir felsefe görüş oluşturma sürecine girdiğim fikirlerim, son yıllarda sürekli gelişmekte ve yaşamla teste tabi tutulmaktadır. Günlük hayat ve gelecekteki oluşabilecek yaşama olasılıkları ve açılarına dair öngörülerine göre de fikirlerimin paralel ilerlediğini, birbirini olumlu etkiler ile yönlendirdiğini sevinerek bildirmek istiyorum. Dolayısı ile en az elli hatta yüzyıllık bir başyapıt olabilecek bir eser ortaya koyma amacında ve hayalindeyim. Canlılık ve insanlık sürekli bir biyolojik inşa halindedir. Bu inşanın büyümesinde bir tuğla, bir demir veya yeni bir malzemelerden bir parçasını da ben eklemek ve bu insanlık inşasına ufak da olsa kalıcı bir katkı yapmak istiyorum. Yazdığım bu eser arkada duran evrensel ve bütünsel felsefemden kaynağını alan ve sırasını ona verecek olan öncü bir çalışma niteliğinde olacaktır. Okuyucularımın ve takipçilerimin kitabımı rahat anlaması için basit ve tekrarlara dayalı, popüler olma amacı hissediliyor gibi eleştirilere karşı da hazırlıklı durumdayım ve kabul edilebilir gerekçelerim bulunmakta.
Sınırları belli ve bütünsel bir felsefe görüşümün olması, bu görüşlerimin kitlelerce incelenme ve değerlendirilmesi olanağı şu an hem yavaş ilerlemekte hem de kolay anlaşılabilir hale getirme çalışmalarım uzamaktadır.
O nedenle kaynağını felsefe görüşlerimden aldığım toplumumuzun belli kesimine seslenebileceğim onlarında beklediği şekilde kişisel gelişim alanındaki ihtiyaçlara cevap verme adına bu kitabımı yazma gereksinimini duydum.
Geniş ve büyük felsefe alanımla kitlelere hızla ulaşma olanağının zayıf olması teşhisim beni kısmı olarak da olsa bireylere ve hali ile toplumumuzun belli kesiminin benimseyebileceği ve uygulayabileceği tarzda yani kişisel gelişim alanında pratik bilgilerin olduğu bu kitabımı yazma gerekliliğine ulaştırdı.
Klasik tarzda yazılmış önceki tüm kişisel gelişim kitaplarının gaz verme, yaşam koçluğu yapma, motive etme, ” Hadi koçum başarırsın “, ” evrene mesajınızı gönderin ” gibi gerekli ama yarım ve yarı yolda bırakan ve zamanla eskiyen tarzlarını bu kitabımda karşılaşmayacağınızı umuyorum. Çünkü size bir işinizi başarmanızı veya belli bir dönemde, önemli anlarda mutlu, başarılı olmanıza yönelik geçici, kısıtlı ve yarım yardımcı bir kitap sunmuyorum. Bu kitabımla sizlere ömür boyu iyi, kaliteli ve keyifli bir yaşam yaşayabileceğinizi vadediyorum. Bu kitap ile geçmiş tüm kişisel gelişim kitaplarını gözden geçiriniz ve yaşamınıza yön veren bilgileri güncelleyiniz. Bu kitap ile kişisel gelişim dalında yeni bir sayfa açacağız. Gerçek, kalıcı, sağlam bir kaynak, kolay ve anlaşılır başucu kitabı olarak. Tamamlayıcı ve geliştirici özelliğini de dikkate alabiliriz.
Modern anlamda, belli kültüre ulaşmış ve düşünce yetisini kullanabilen her bireye ” Mutluluğun Sırları ” şeklinde tümüyle kendi tecrübe ve felsefe fikirlerimin ışığında hazırladığım, bu kitabımı sunuyorum.
Ülkemiz ve küresel olarak tüm canlara hayırlı olsun.
TEŞEKKÜR
Bu kitabın oluşmasında çevremden bir çok arkadaşımdan, dostumdan ve canlardan ilham aldım. Kendilerine buradan teşekkürü bir borç bilirim.
Başta felsefe ve ilham yürüyüşlerime sıkılmadan ve keyifle katılan Azizim Recep Kale’ye, işyerinden boş vakitlerinde beni dinleyen, eleştiri ve katılımlarda bulunan Sayın Sibel Atagün ve sayın Semra Işıklı hanımlara, yirmi beş yıllık iş arkadaşım Arif Çelik’e, öğlen tatillerinde beni ve fikirlerimi sıkılmadan, sabırla dinleyen ve kendi fikirleri ile katılarak açı genişleten Arif Kaklık ve Rıdvan Budak’a, büyük yeteneği ile hem ülkemizde hem de uluslar arası resim sanatında kendisini gösteren ve geliştirerek kendi tarzını oluşturmuş ve çalışmalarına devam eden ressam Emel Çevikcan’ın felsefe görüş ve fikirlerimi sabırla dinleyerek ve katılımları ile önce keşif sonra farkındalık oluşturmamda yardımları için çok teşekkür ederim.
Burada adını yazamadığım etkileşimlerimizle ilham aldığım bir çok arkadaşıma teşekkürlerimi bir borç bilirim.
Bireysel mutluluğun üç anahtarı
Mutluluk her insanın arzu ve isteklerinin gerçekleşmesi ve etkilerinin devam etmesi şeklinde klasik ve yanlışlanabilen bir tanımı hala bir çok zihin tarafından kullanılmaktadır maalesef.
Bu tanım mutlu olmanın olanağını sağlama ve sürdürme açısından yeterli olmamaktadır. Klasik tanıma göre mutluluğun hep dış etkenlere bağlanması ve onlara bağımlılığı işaret etmesi eksik kalmaktadır.
Bir insanın kendisinde mutluluğu sağlaması ve sürdürmesi dış etkenlere olan bağımlılığın azalması kendinde özelliklerin arttırılması ile olanaklı görünmektedir.
Dolayısı ile mutlu olmanın kaynağını kendimizden başlayan bir süreç olarak ele almalıyız.
Her insanın kolayca kabul edebileceği ve kendinde keşfedebileceği mutluluk potansiyelini üç ana konuda ortaya koyabiliriz. Bunlar;
- Sağlık
- Yaşama sevinci ve coşkusu
- İlişkiler
- SAĞLIK
“Her işin başı sağlık” atasözümüz hala geçerliliğini korumaktadır. Hatta her işin sonu yine sağlık diye de ekleyebiliriz. Sağlımızın normali günlük yaşayışımızın neşeli ve keyifli sürebilmesi, çalışmalarımız ve meşgul olduğumuz her konuda ruhsal ve bedensel olarak yeterlilik sağlaması şeklinde basitçe tanımlayabiliriz.
İster doğuştan ve genetik olsun, isterse bela ve kaza mağduru olsun her engelli canlarımızda belli engelinin varlığı temelinde yaşamını sürdürme ve hayata katılımı hakketmektedir. Bu canlar sağlıklarını sahip oldukları engel unsurlarını artmaması, olanaklı ise iyileştirilmesi yönünde belirleyebilmektedir. Modern yaşam engelli canların günlük yaşama katılımını desteklemektedir. Onların da yetenek ve yetilerini geliştirme, tanıtma, sürdürme olanakları vardır.
Sağlıklı olmak, onu sürdürerek yaşamak her insanın isteği, temel amacı ve hakkıdır. Sağlıklı olmak sürekli korunması ve dikkat edilmesi gereken bir önce canlı sonra insan özelliğidir. Doğamızda varlığımızı korumak ve sürdürmek temel özelliklerimizdendir.
Form durumu
Sporun bir insan için spor yarışmaları hariç temel amacı form durumunu korumak üzerine olmalıdır.
Bedenimizle inatlaşmamalıyız. Onun sınırlarını zorlamamalıyız. Bedenimizle zihnimiz iletişim halinde olmalıdır. Bedenimizden gelen iyi ve kötü sinyallere açık olmalıyız. Başımız ağrıyor ise kendimize sormalıyız. ” Neden başım ağrıyor” diye. Cevaplar gelecektir zihnimize ” Burası çok gürültülü, burası havasız, biraz önce bir olaya canım sıkıldı ondan olabilir. ” gibi. Cevaplar üzerine biraz daha durduğumuzda göreceğiz ki içlerinden biri daha öne çıkmaktadır. Bunu kendimize özel anlayabiliriz. Bir ortamda gürültü olmasına rağmen herkeste baş ağrısı yapmayabilir. Havasız olması herkeste baş ağırsı değil farklı etkiler yapabilir, kimisi basit şeyler için öfkelenebilir, kimisinin uykusu gelebilir. Aynı özellikteki ortamlarda kişilerin bedenleri farklı tepki veya tepkisizlik verebilir. Bizler kendi bedenlerimizin dinleyicisi olmamız gerekmektedir. Kardeşlerin aynı ortam, olay ve olgulara benzer tepki verdikleri doğrudur, çünkü genetik özellikleri birbirine yakın kişiler yakın tepkilerde bulunmaları doğaldır. Kardeşimle bir sohbet sırasında ikimizde Türk kahvesi hazırlar iken birden lavaboya gitme ihtiyacı içine girdiğimizi saptadık. Beden, kahve kokusu ile sindirim sistemine bir işaret ve etki gönderiyor. Bedenin bu hareketini zihin sinyal alarak, yapılması gereken bir ihtiyaç olarak saptıyor.
Beden ve zihin etkileşimi sağlıklı olmanın en önemli unsurudur. İçinde yaşadığımız ortamlar, temel ihtiyaçların karşılanma biçimleri, sürekli yaptığımız fakat farkında olmadığımız beden ve zihin alışkanlıkları sağlığımızın sürmesini etkilerler. Oturduğumuz koltuk, sandalye, uzandığımız çekyat koltuklar ve uyuduğumuz yataklar bizlerin sağlığını olumlu veya olumsuz olarak sürekli etkilemektedirler. Sünger yataklar bel ve omurga ağrılarına, içilen suların kalitesi kan dolaşım sisteminden bir çok biyokimyasal durumlara etki etmektedir.
Ben sağlık uzmanı değilim, fakat kendimdeki zihin ve beden iletişimi ile farkına vardığım, günümüzdeki tıp biliminin bize sunduğu bilgilerle biraz da olsa bir şeyler söyleme cesaretini kendimde bulmaktayım.
Bedenimizi Kandıramayız
Sakın bedeninizi kandırmaya çalışmayınız. Çünkü hep başarısız olursunuz. Bu sağlığınıza kötü olarak yansır.
Çiklet çiğnemek, doktor tavsiyesi olmadan, ağızdan başlayan mideye uzanan tüm ilgili organları kandırmak demektir. Ağızda çiğnenen çiklet önce ağızda sulanmaya başlar ve mide beklemeye koyulur salgı salgılar gelecek yiyecek veya içecek için. Fakat gelmesi gereken yiyecek veya içecek gelmemiştir. Mide boşu boşuna salgı salgılamış, Ağız ve boğaz boşuna salgı salgılamış ve hazırlık yapmışlardır. İlgili organları aldatma suçunu dişler başlatmıştır fakat kendi isteği olmadan tabi ki. Burada çiklet çiğnememenizi önermek istemiyorum. Bedeni bilmeyerek kandırmaya örnek vermek istiyorum. Bedenin verdiği kötü, tehlikeli sinyallere kayıtsız kalamayız. Onları yok sayamayız. Eğer böyle yaparsak bedenimiz daha fazla sinyali arttırır ve biz hastalandığımızı er yada geç anlarız. Dolayısı ile en ufak bedenin sinyaline karşı duyarlı olmalıyız ki, rahatsızlıklarımızın artmasını önleme olanağına ulaşalım. Erken teşhis, hayat kurtarır değil mi.
Cinsel yaşamın gizli yakıtı
Kendi kendini tatmin ise bedeni kandırma değildir. Çünkü yumurtaların veya cinsel salgı organların hareket vakti gelmiştir. Her nasıl yöntem olursa olsun onlar durdurulamazlar. Gaz, idrar ve katı madde atılımları gibi bedenden atılımları şarttır. Eğer atılmaz iseler bedende sorunlara neden olurlar, tıpkı diğer atılması zorunlu maddeler gibi.
Cinsellikte yarışma, iddia, savaş, boğuşma olmaz. Doğada diğer canlılar yılda bir iki mevsimde birleşirken, türümüz çoğalma aşamasında bu mevsim ilkesini bozmuş, mağaralar, ormanlarda, dağlarda savaşa hazırlık amacıyla yeni nesilleri çoğaltmak adına bedenleri ve organları ile yarışır olmuşlardır. Günümüzdeki aşırı cinsel isteklerimiz onlardan bize miras kaldı. Türümüzün sayısı bu konuda endişe etmememiz ve uygun şekilde, yeterli ölçüde cinselliği önemsememizi göstermektedir.
Fantezi, cinselliğin yakıtıdır. İlerleyen yaşlarda cinselliğin bitmesi fantezilerin bitmesine bağlı gibi gözükmektedir. Cinsel yaşamın uzun sürmesi fantezilerin varlığına bağlıdır. Burada ele aldığımız fantezi konuları incirin dalında durması ve sizin o incire hayalinizde ulaşma isteğinizi ifade eder. Bu hayaliniz orada kalmalıdır. O inciri dalından alıp yerseniz fanteziniz gerçeğe döner ve biter. Artık o daldaki incir için fantezi kuramazsınız bir daha. Dolayısı ile ulaşmayacağınız bir fantezi oluşturmanız gerekmektedir. Örneğin “Mars’ta veya Ay’da sevişme” fantezisi verebiliriz. Şu an bu fantezinin gerçekleşme olasılığı yoktur değil mi. Fantezilerimizi ulaşamayacağımız şekilde kurmamız gerekmektedir. Fanteziler bedeni kandırmak değildir. Bedeni sevgi ve ilgiye hazır tutmak, organlarımızın salgı ve yumurta atılımlarının sigortasını oluşturmaktır. Siz siz olun fantezilerinizi kimseye söylemeyiniz. Onlar size özel kalmalı ve ömür boyu da öylece durmalılar zihninizde. Söylemek de onun özelliğini bozar, daldaki incirin yenmesi gibi. Öyle olursa da hemen yenisini edinin. Ücretsiz ve hayal gücünüzün özgürlüğünde nasıl olsa.
Oturmayı hak etmek
Oturmayı hak etmek için yeterince ayakta olmalı ve hareket etmeliyiz. Çünkü doğal durumumuz oturmak değil ayakta durmamız ve hareket etmek üzerinedir. Günlük ne kadar oturduğumuzu ne kadar ayakta kaldığımızla belirlemeliyiz. Sürekli oturuyor isek doğamıza aykırı davranıyor ve sağlığımızı riske atıyoruz demektir. Geçtiğimiz yüzyıl ve önceki yüzyıllarda gün içinde ayakta çalışıp bir çok beden hareketinin gerektiren işler sonunda ” Oturmayı ve dinlenmeyi hak ettim” söz çağımızda ” Biraz oturmak ve keyifli olmak istiyorum, onun için ayağa kalkayım ve hareket edeyim” e dönüştü. Geçtiğimiz yüzyıllarda uyku ertesi güne dinlenmiş ve dinç olmak için uyunurdu. Günümüzde ise rahat uyumak için ayakta olmayı ve hareket eder olduk. Önceden çalışmak için uyurduk, şimdi ise iyi bir uyku için çalışmak veya hareket etmek zorundayız. Önceden hareket ve çalışmaya devam için otururduk şimdi ise oturmak için yapıyoruz tüm hareketlerimizi. Tabi ki bu söylediklerimiz ileri yaşlarda ve emekli olan kişiler için. Gençler öyle çalışıyorlar ki gün içerisinde yattıkları yeri beğeniyorlar ve uykuya dalıyorlar birden. Ağır ve zor işlerde çalışanlarda aynı şeklide. Dinlenmek onlara ara dönem oluyor.
Günümüzün en büyük sağlık problemlerinden biri olan kilo artışı bu oturuşların artması ile ayakta ve hareket ediyor olunmaması nedeniyledir. Bütün gün oturursanız, yemeseniz ve içmeseniz de kilo veremezsiniz. Az yeme içmenizle kilo da alırsınız. ” Ay şekerim az su içsem kilo yapıyor ” diyenler çok oturup, ayakta durmayan ve hareket etmeyenlerdir. Bu şehir efsanesini de böylece çözmüş olduk.
Bedenin Dört Atlısı
Bedenimizin dört organına çok dikkat etmeliyiz. Bu dört organın iyi olması diğer organların sağlığının sigortasıdır. Omurga, kalp, beyin ve mide (sindirim sistemi).
Omurga bedenin tüm yükünü taşıma özelliğini taşır. Bedenin bütünsel hareket yeteneği ondadır. Eğer bedenin ağırlığın ona değil de organlara yüklerseniz vay halinize. Yük ve ağırlığı alan organ hemen isyan eder ve sorun çıkarır. Dolayısı ile her türlü oturuşuz ve hareketimizi omurgamıza göre düzenlemeli onu dikkate alarak yapmalıyız. Oturuyorsak muhakkak ayaklar yerden güç almalı ve tüm omurgaya etki etmelidir. Ayağınız yerden kestiğinizde ve ayağınızdan gücü kestiğinizde tüm oturuşlarınız sorunlu hale gelecektir belli bir süre sonra. Otururken bile ayaklarımızı kullanmalı ondan destek ve güç almalıyız. Dik yürümeli, kafamızın ağırlığını, boynumuza değil, omuzumuzun orta omurgasına vermeliyiz. Yoksa iç organlarımız başta olmak üzere hepsi işkence çeker ve bize rahatsızlık olarak döner.
Hava akımlarına dikkat, cereyan olarak bildiğimiz, özellikle mevsim değişimlerinde omurgamız ve organlarımız için sürekli tehlikeli hava akımlarına dikkat etmeliyiz.
Kalbimiz günümüz yaşantısına yetmemektedir. Hızlı, kalabalık, telaşlı, stresli, kirli hava, gürültülü şehir yaşantısında kalbimiz kan dolaşım sistemini sağlamada gücü zayıflamaktadır. O nedenle size benim farkına vardığım iki avucumuzu birleştirip ikinci bir kalp gibi genişletip kapatarak destek yapmanızı önermekteyim. Ben yapmaktayım ve faydasını görmekteyim.
Midemiz mutfak robotu veya her şeyi öğüten değildir. Yediğimiz, içtiğimiz besinlerin sağlıklı ve doğal olmasına dikkat etmeliyiz. Karnım doysun da neyle doyarsa doysun diyemeyiz. Geleneksel alışkanlığımız olan sofradan karnı tıka basa kalkmak artık tarih olmalı ve midemiz kapasitesini belirleyip ona göre sofradan kalkmalıyız. Yani açlığı gidermek üzerine sofradan kalkmalıyız, masada otursak bile yeme içmeyi durdurmalıyız.
2.YAŞAMA SEVİNCİ VE COŞKUSU
Yaşama sevinci ve coşkusu bizlere doğuştan gelen bir doğal yetidir. Bu yeti bebeklikten gençliğe uzanan dönemlerde daha fazladır. Yeti desteklenir ve iyi yönetilirse ömür boyu devam edebilir. O nedenle biz yetişkinlere bebek, çocuklar ve gençler sevimli, sempatik görünürler. Onlardaki büyüme potansiyeli bizlere biyoenerjinin olumlu etkisi olarak yansır.
Bebeklik döneminden itibaren iyi bakılmamış, şiddet ve kısıtlama ile gelen bir çocukluk, karamsarlık ve durdurulmaya, aşırı disipline edilmeye çalışan gençlik halleri yaşama sevincini ve coşkusunu durgunlaştırır hatta ileri boyutta olumsuz yetişen kişiler içlerinde bu yetiye karşı yani anti-tez olurlar. Olayların sürekli olumsuz yönlerine takılır, bardağın boş kısmına odaklanırlar. İçlerindeki yaşama sevincinin ve coşkusunun farkına bile varmaz sürekli bu duygu ve düşünceyi bastırırlar. Böyle olmaları onların empati yeteneğini de geliştirmez. Bu halde iken bu kişiler ya bela olur ve kaza yaparlar, ya da belaya ve kazaya doğru gitmeye yönlenirler farkında olmadan. Sürekli varlık ile yokluk mücadelesine ve riskine girmekten sağlıklı, mutlu ve uzun bir ömür sürmeleri zorlaşır. Ya hakim olacaklar ya da hakimiyet altına gireceklerdir. Bu durum doğanın merkezindeki işleyiştir. İlkeldir. İnsan kültüründe bu durum gerileme olarak görülmektedir.
Yaşama sevinci ve coşkusu insanda varlığını oluşturma, geliştirme, korumada kendini gösterir. Yapısı ve ilgisine uygun meslek, yeteneklerini geliştirecek bir alanda zirveye çıkar. İstemediği bir iş alanında ise zoraki bir varlığını koruma durumunda ise söner, gizlenir ve bastırılır.
Duygu ve düşünce kördüğümünü çözmek
Duygularımız bedenimizin savunma tepkileridir. Doğuştan gelir ve sürekli yaşanırlar. Kişiler çocuklarından itibaren hangi ortam ve şartlarda iseler, o anların duyguları kendilerine rehber edinirler. Diğer duyguları ileri ki yaşlarda yaşamaları gerekirken onları rehber edinmezler.
Temelden gelen iki ana duygu öfke ve korkudur. İnsan kültürünün geliştirdiği ikinci temel duygular ise sevinç ve üzüntüdür. Diğer tüm duygular bu dört ana duygulara bağlanırlar. Ya da bu temel duyguların açılımlarıdır.
Günümüzde ise bu duyguların hepsi ara ve yarım duygu haline gelmiştir, duyguların tümünün tamamlanma hali sevinç, neşe ve keyifli olma hali ve duygularıdır.
Eğer şu an öfkeli iseniz ara duygudasınız demektir. Geçici ve idare edici bir duyguyu yaşıyorsunuzdur. Üzgünseniz de öyledir. Korkuyorsanız da öyle. Ne zamanki bu duygularınızı ilerleyen zaman ve mekanda veya günü sonunda neşe, sevinç ve keyifli olma duygulara bağladığınızda duygu tamamlaması yaşıyorsunuz demektir. Dolayısı ile kendimize şu an hangi duygu yaşantısının bizde hakim olduğunun farkına varmalı ve yarım duygularda isek tamamlamanın yollarını aramalıyız.
Ara duygular ve ana duygular
Ara duyguları ana duygu gibi yaşayan kişiler mutlu olamazlar. Onlar hep ya sorun çıkarırlar bilmeden ya da sorunların üzerine giderler. Bu kişiler neşe, sevinç ve keyifli olma duyguları ara yaptıkları için bu duygular onlarda hızla biter ve onların sırasını sürekli ertelerler.
Ara, yarım ve geçici duygularımızı yönetemeyiz fakat farkına varırsak kişi, olay ve olgulara karşı hangi duygularımızı yaşadığımızın keşfine varır ve tekrar etme riskini azaltırız. Farkına varmak, keşfetmek bizde önceden kızdığımız kişi, olay ve olgulara bir daha kızmamamızı sağlar. Bizleri çok üzen olayların tekrar üzmesini engeller. Kısır döngülerden kurtuluruz.
Sevinç, neşe ve keyifli olma duygularını sürekli ve sabit tutamayız. Bu yapımıza aykırıdır. Fakat tüm ara duygularımızı ana duygularımıza bağlama farkındalığına ulaşırız ve bu elimizdedir. Gün içerisinde elbet ana duygu sabit kalamaz şartlar, olaylar, kişiler ve olgular arasında hareket kaderimiz olduğu için her duruma göre ara duygular öne çıkacak birbirine devir edecekleridir gün içerisinde. Fakat bizler ana duygulara bağlanma için gerekli koşulları öne çıkartabiliriz. Çalışırken mola verme, kısa mekan değişimi, hava alma, durgunlaşma, sakinleşme, susma, hareketsiz kalma, ilgiyi başka konu ve yöne çevirme gibi bir çok tedbir ve çözüm bulabiliriz. Günümüzde bir konu üzerine yoğunlaşma zorunluluğu doğarsa o konu üzerinde tüm ara duyguları yaşama zorunluluğu da doğar. Bu durum çok sıkıcıdır. Fakat gereklidir. Her ara duygu farklı düşünce şeklini çağırır ve çözüm üretme olanağı artar.
Duygulardan düşüncelere doğru
Hava durumları
Hava şartlarının moralinizi bozmasına izin vermeyiniz. ” Havalar nasıl olursa olsun sizin havanız iyi olsun ” sözü biraz esprili yaklaşımdır.
Kötü hava şartlarında korunma önlemleri almalıyız. Kışın soğuğundan, yazın sıcağından.
Canlının en zor sınavı kozmolojinin olumsuz etkilerinden olan sıcak ve soğuktan korunmak üzerinedir.
Canlılığın belli sıcaklıkta ortaya çıkmasından çok ötedeyiz. Değişmiş olan sıcaklık ve soğukluk şartlarına uymaya çalışmaktayız canlılar olarak.
İnsan bu süreci teknoloji kullanarak yaşadığı ortamlarda iklim kontrolüne geçmektedir artık.
Gündüz, Gece ve Geçmiş zaman
Karanlık ve aydınlık halleri de duygularımızı etkilemektedir.
Geceleri biraz karamsar ve üzgün olma hali, gündüzleri neşeli ve canlı olma hallerimiz bulunmakta.
Bizler çağımızda her saati aydınlık ve karanlık yönüyle kabul etmeli ve duygularımıza etki etmesini hali ile hüzün, üzüntü, endişe saatleri şekline çevirmemeliyiz.
Gece de gerekli gündüz de. Canlı olarak yapımız gündüz hareketli, gece ise dinlenmek ve durgunluk üzerine gelişmiştir.
Günümüzde geceleri de aydınlık sağlandığı için artık bu süreçten sonra aydınlık ve karanlık kavramaları bizim için duygularımıza olumsuz yansımaması gerekmektedir. Gün, hafta sonları, ay ve yılların sonları hep bizlere hüzün, geçen zamanı gözden geçirme, değerlendirme alışkanlığı vermiştir. Bu alışkanlık insan olma özelliğimizden gelmektedir.
Zamanı başlangıç, gelişme ve sonuç olarak algılarımız gelişmiştir. O nedenle hep sonlar bizde bir huşu hali oluştururlar. O anları sakinlikle karşılamalı ve duygularımızın hafızamızı geçmişteki anılara uzun yolculuk yapmasına izin vermemeliyiz. Şu an ve gelecek geçmişte olanlardan her zaman önceliklidir ve önemlidir. Bizler anda ve gelecekte yaşayan bir türüz.
Geçmişi sadece bu günümüze faydası ve geleceğe katkısı olursa kullanırız.
Geçmiş zamana takılmak bizleri duygulandıracak ve bu hali uzatmamız oranında her zaman bizleri mutsuz edecektir.
Tutkularımız
Tüm insanlar beş ana tutkuya tutunurlar;
1.Aileci
2.İşlerci
3.Sosyalci
4.Kendinci
5.Haybiyeci
1.Aileci
Bu kesim çoğunluktadır. Bir eşe sorduğumuzda en büyük tutkunuz nedir diye. O eşim veya çocuğum diye yanıtlayacaktır. Kendini es geçecek önceliği ailenin diğer üyelerine verecektir.
Bu doğru olandır. Aile toplumun çekirdeğidir. Türün devamının sigortasıdır ve var olma amacımızın temel unsurlarındandır. Türümüzün devamı için çocukların oluşması, yetişmesi için şu ana kadar bulduğumuz en iyi yöntemdir aile olmak.
2.İşlerci
İkinci kalabalık kesimi işlerciler oluştururlar. Bu kişilere en büyük tutkunuz nedir diye sorduğumuzda işim diyenlerdir. Diğer tutkuları ikinci sıraya almışlardır. ilk tutkuları budur.
3.Sosyalci
Bu kişiler kendilerini hep ikinci planda görürler. Önce arkadaşlarım, eşim, akrabam, iş arkadaşlarım gibi sonuçta toplum ve sosyallik derler.
4.Kendinci
Bu kişiler kendilerini ön planda tutanlardır. Her kendinci’nin bencil olduğunu söyleyemeyiz. Sadece kararlarını ve yaşantılarını kendilerine göre düzenlerler. Bunu yaparken başkalarını da dikkate alırlar. Yalnız yaşamayacağımızı bilmektedirler. Dayanışma içinde ve ilke kurallar ile birlikte yaşanacağının da göz önüne almaktadırlar. Bunları dikkate almayanlar ise kendinciden bencilliğe geçenlerdir.
5.Haybiyeci
Bu kişilerin ya tutkusu yoktur ya da toplumun kabul etmediği, onaylamadığı tutkuları bulunmaktadır. Hayatlarında iyi bir amacı olmayan, günlük yaşayan, ilke ve kuralları önemsemeyen, kanunlara, ahlaka, düzene asi, adap, edep, usul öğrenmeyen ve öğrenmek istemeyen, dikiş tutturamayan, suç işleyen, aksi, topluma küsmüş, onu suçlayan, sürekli iş değiştiren ve birinde karar kılamayan, sık mekan ve ortam değiştirmek zorunda olan. Hiç kimseyi beğenmeyen, hep şikayet eden, çözüm önermeyen, yardımlaşmayan, toplumun birliktelik ruhunu taşımayan, devlete ve topluma karşı, onlardan nefret eden gibi bir çok kötü özellikleri olan kişiler. Bu kişilerin böyle olmasının nedenlerinden en önemlisi iyi çocukluk yaşayamamalarıdır. Doğanın canlıya verdiği her türlü açılım ve olasılığı deneme özelliğini bu kişiler negatif kısmını üstlenmiş talihsiz kişilerdir. Onlara ne kızmalı, ne de acımalıyız. Onları şanssız ve talihsiz kişiler olarak görmeliyiz. Onlarında bu yaşamda alternatif olası yaşama biçimlerini deneme gibi bir görevleri bulunmaktadır. Bu kişiler zamanla tutkuları konusunda bilinçli hale geldiklerinde yaşamları tümden değişebilmektedir. Diğer dört tutkuya bağlandıklarında daha mutlu bir yaşam sürerler. En önemlisi bu grup diğer dört grubun anlamlı ve doğru olmasına yardım eder. Çünkü antitez işlevi görür. Hastalık olmadan sağlık, açlık olmadan tokluk bilinemeyeceği gibi bu grup olmadan diğer grupların anlamı olmazdı.
Canlılığın sürmesi için doğanın gelişmesi için her olasılık denenecektir. Kimi insanlar bilinçli seçer tutkularını, kimileri de oluruna bırakır (otomatik pilota bağlar) yaşamını.
Günümüz toplumunun en ideali birinci ve ikinci gruptur. Sosyalci grupları toplum için çok faydalı işler yaparlar. Organizasyonlar, etkinlikler ile insanları bir araya getirirler. Genelde liderler, öncüler bu gruplardan oluşur. Sosyalci olma yeteneklerin etkisinde olur genellikle. Yakın çevrede iki arkadaşımın bu yeteneklerini fark edip söyledim. Onlar zaten öyle yaşıyorlardı. Bu tutkularına bir isim koymak gerekiyordu. O da bana nasip oldu.
Kendinciler ise dahiler ve deliler buradan çıkar. Her şeyi kendileri açılarından bakarlar. Bu da hayata bakışlarını kolaylaştırır. Bencil olma halini bu tutku ile karıştırmayalım. Bu kişiler (ben dahil) bireyseldirler. Kendilerine göre yaşarlar. Fakat toplum içinde olduğunu, belli ilke ve kuralların olduğunu bilirler ve değer verirler. Usul, adap, görgü, gelenek gibi değerlere uyarlar ve saygıları vardır. Bu olumlu özellikleri bırakmış kendici bencile dönüşür ve yalnız kalır. Yalnız kaldığında olağan üstü iyi şeyler de yapabilir, hiç bir şey de yapmayabilir. Bu kişinin sosyalci ve haybiyeci arasında seçim yapması zorunluluğu doğabilir. Sosyalci ikinci tutkusu (benim ikinci tutkum) olanlar mutlu, haybiyeciliği seçenler mutsuz yaşamlarına devam ederler.
Haybiyeciler toplumun bilinçaltı halini, ilkel yaşantılarını içerir. İlkel zamanlarda, toplum kurallarımız, bir yaşama düzenimiz yoktu. Her türlü olasılığı denedik ve bu günlerin sistemli ve güvenilir yaşantısına ulaştık. Haybiyeciler bu karanlık ve sisli alanlarda yaşamayı seviyorlar. Öyle bir yaşantı seçmelerinin bir çok nedenleri olabilir. Kaza, bela ve hastalık veya kötü bir çocukluk onları bu yola sevketmiş olabilir.
Gençler, çocukluktan çıkınca ergenlikle beraber kendinci olarak başlarlar. Üretim ve ticaret sektörü hızlı tüketim için gençleri kendinciliğe teşvik eder. Moda ve model sunarak. Kendici olmaya yardımcı olabilecek bir çok ürün sunulmaktadır. Bu ürünlerin tanıtımları da kendici olmayı ön plana çıkarmaktadır. Gençlerin evlenmeyi geciktirmelerinde en önemli faktörlerden biri de tutkularını belirlemek için zaman ve tecrübeye ihtiyaç duymaları da olabilir.
Sevgi ve Saygı hakkında fikir geliştirin
Sevgi alma ihtiyacımız doğumla başlar ve ömür boyu sürmez. Ergenlik sonunda artık sevgiye doymuş olarak saygı arayışına gireriz. Fakat bir çok insan yetişkin olduğu halde hala sevgiye doyduğu halde açmış gibi yaşamaktadırlar. Sevgiye doymamış olanlar ise saygıya geçemezler, onlar öncelikle sevgiye doymaları gerekir.
O nedenle gençler sevgi değil saygı isterler, eğer sevgiyi aldılar ve doydular ise.
Biz yetişkinler ise sevgiyi almış ve buna doymuş olmalıyız ki artık ” Sev ki seveyim’den” den vazgeçip , sevgimizi karşılıksız çevrenizde tercih ettiğimiz ihtiyacı olan iyi insanlara sunmalıyız.
Sevgi, bebeklik ve çocukluk dönemin, saygı ise ömrün ihtiyacıdır. Saygıyı ömrümüzce önemsemeliyiz. Saygı duymalıyız, bize duyulan saygıyı görmeli ve kabul etmeliyiz. Sevgiye doymamış canlar maalesef saygı ile sevginin eksikliğini kapatmaya çalışmaktadırlar. Sevgi eksikliğini sevgi ile saygı eksikliğini saygı ile kapatabiliriz. Sevgi ve saygı hep birlikte yazılıp söylenseler de çok farklıdırlar.
Kendimize soralım.
” Ben kendim sevgiye doydum mu ? ” Cevabınız evet ise artık kimseden sevgi kazanmayı beklemeyin ve sunulan sevgileri de reddetmeyin, Sizin için önemi olan saygıdır. Saygı verin ve saygı alın. Saygı karşılıklı olmalıdır en temelinde. Artık siz sevgiyi karşılık beklemeden vermelisiniz. Sevgiyi vermede güneş gibi olalım, sevgi verildikçe bitmeyen bir duygudur. Sevgiye doyanlar ömür boyu sevgilerini toplumun gizli gücünden almaya devam ederler, verdiklerinde ise güneş gibi sevgilerini yaymalılar. Güneş enerji almaz verir. O enerjisini baştan almıştır. Bizlerde sevgiyi bebeklik ve çocuklukta alırız. O sevgi bizde ömür boyu kalır. Sevgiyi de tüketilecek bir şey gibi görenler, sevgiye tok iken sürekli sevgi beklerler. Aslında onlara sevgi değil saygı gereklidir ve bunu bilmedikleri için sürekli mutsuz olurlar.
Sevgiye doyduysanız, artık ömür boyu sevgi aramayı, istemeyi bırakınız. Sevgi hem azalıp çoğalan bir olay değildir. Sevgiye doymak artık onu ömür boyu içinizde taşımak anlamına gelir. Sevgi duygusunu sürekli yaşamak isteyenler çocukluktan çıkamamış demektirler. Öyle de mutlu iseler, öyle devam edebilirler. Mutlu değil iseler, sevgiye odaklanmayı bırakmalılar.
Asıl sürekli olan saygıdır. İşte bu ömür boyu korunması gerekmektedir. Tabi ki doymuş bir sevginin üstünde olarak. Dolayısı ile sevgi tamamlandığında sırasını saygıya bırakır ve saygı ömür boyu bizi meşgul eden önemli bir tutum olacaktır.
Tutumlarımız, duyguların üst kimlikleridir. Duygularımız bedensel, tutumlarımız ise zihinseldir.
Sevgi duygudur, saygı ise tutumdur. Seven, saygı göstermeyebilir, örneğin çocuklar sever ama saygıyı bilmezler ancak onlara öğretirsek dikkat ederler, ama saygı duyan kişiler sevgisini de genel tutum olarak saygının içinde sunar.
İçten sevmese bile toplu yaşamanın erdemi olarak dıştan sunmak durumundadırlar temel oranda.
Bu durumu, toplumun gizli yaptırımları ve güçlerinden biri olarak örnek olarak ele alabiliriz.
Kuzey Kore başkanına, halkı tarafından gösterilen saygının içinde temel sevgi duygusu da bulunmaktadır. Fakat halk saygıda sevgiyi abartır. Halk içten sevmese de abartarak saygıya ekler. Bizler dışarıdan bu durumu garipseriz. Saygının korkudan kaynaklandığını ve görünen sevginin de sahte olduğunu düşünürüz. Saygı tutumunun içinde bir çok duygu vardır. Korku, öfke, sevgi, üzüntü gibi fakat saygı toplumun ortaya çıkardığı bir tutumdur ve duyguların üstünde yer alır. O tutum tüm duyguları birleştirir ve saygıda toplar. Kore başkanına duyulan saygı ülke temsiline duyulan saygıyı ifade eder, başkanın şahsi haline değil. Halk kendi başına kaldığında şikayet edebilir fakat toplum önünde saygısını göstermek zorundadır ülkesi adına. Bu durum bizlerin toplumun, ülkenin gizli güçlerini kabul etmeye ve onları yaşadığımız halde açıklanmasının da gerekliliğine götürür.
Japonya başkanlarının toplum saygısını kaybetmesi ile intihar ettiklerini biliyoruz, tamamlanmış sevgi bitmez, fakat saygı her zaman yenilenmesi gereken bir tutumdur.
Bir çok insan hala sevginin sürekli yenilenmesini beklerken mutsuz olmaktadır. Sevginin değil, saygının devam etmesini kontrol etmek gerekir.
Toplum bireyi doğal üyesi olduğu için koşulsuz sevmektedir, fakat saygı için birey topluma biraz çaba ve katkı sunması gereklidir. İşte bireylerin topluma karşı küskünlüğü gibi bir çok kötü duygulanımlar içinde olmasının nedeni toplumun kendisine sunduğu sevgiyi yeterli bulmayıp daha fazlasını istemelerindendir.
Toplumun temel sevgisini yeterli görmeliyiz.
Birey olarak toplumun temel sevgisini kabul edip yakın çevremizden başlayan bir saygı tutumumuzu geliştirmeye çalışmalıyız. Bu tutumumuz kendi çevremizde de olabilir, toplumun saygısını kazanmaya da dönüşebilir.
Büyükşehirde Yaşamak
Büyükşehirde yaşamak insanlığın en son ulaştığı birlikte yaşama yöntemi ve yaşama şeklidir. O nedenle büyükşehirde yaşayan bizler şehir yaşamının gereklilik ve kurallarına çok dikkat etmeliyiz. Kalabalık halde iyi yaşamak için belli düzene ve belirlenmiş kurallara uyulması zorunludur. Bu kuralları zoraki olarak değil, gerekli olarak görmeliyiz.
Trafik
Büyükşehirlerin en önemli konusu trafiktir. Trafik her konuda olabilir. Yollardaki araç trafiği, bir çok yerdeki sıraya geçme (kuyruk oluşturma) trafiği, yapılması gereken zorunlu, gerekli, olsa daha iyi olur, olmasa da olur ve tercihe kalmış bir çok zihnimizdeki eylemlerin plan trafiği, diğer insanlarla zorunlu, gerekli, keyfi ilişkiler trafiği,
Büyükşehirde Trafikler
- Yollardaki araç trafiği
- Sıraya trafiği, her yerde kuralına göre davranma ve eyleme geçme gerekliliği trafiği
- İnsanlarla ilişkiler trafiği.
Yollarda Araç Trafiği
Araçların neden kullanıldığına dair amaçlar
- Meslek ve iş gereği (Şoförlük)
- Aile için (Eş, çocuk, akraba)
- Kendi için (Kendi veya arkadaşlar)
Büyükşehirde sabah ve akşam trafiğini haklı olarak en çok meşgul eden araçlar meslek ve aile için olanlardır. Meslek ve iş gereği yapılması gereklidir araç kullanmak. Çocukların okula götürülmesi ve işe gidilmesi de gereklidir. İşte burada kendi veya çevresi keyfi için araç kullananlar bu saatlere dikkat etmelidirler. Onlar bu trafikte fazlalıktırlar. Sizler bu zamanlarda üçüncü gruptan olmamaya çalışınız.
Trafikte en sık karşılaşılan araç hasarlı kazalardır.
Trafik kuralı ihlal olduğu ve sorun yaşadığımızda sakinliğimizi korumalıyız. Bu durumda öncelik kimin haklı olduğu değil, sorunun nasıl olduğunu tespite çalışmaktır. Eğer hata sizde ise kabul ediniz ve gereken işlemleri yapınız. Eğer hatanın karşı tarafta olduğunu tespit etti iseniz biraz sessiz kalınız karşı tarafı dinleyiniz. Karşı tarafın bir kaç davranış şekli olacaktır.
- Hatasının kabul edecektir. Kendi hatasını ve sizin hatanızı belirtecektir. Bu kişiler olması gerekendir. Hata oranları vardır. Bunlar hepimizin zihninde yer alır. Hata tek kişi tarafında olmayabilir. Her iki taraf aynı oranda, birinin çok diğerinin az, zincirleme yapılmış ve zinciri başlatanın belli olduğu hatalar vardır. Bunları saptadıktan sonra karşı tarafı dinleyiniz ne diyor diye. Buradaki hataları sizin gibi tespit etti ise hemen çözüme geçiş kolay olacaktır.
- Hata yapmıştır fakat hata yapmadığında ve sizin hata yaptığında ısrar edenler. Bu kişilere karşı dikkat ediniz. Bu kişiler baskın hırsız ev sahibini bastırır taktiği güderler. Bu durumda karşı tarafa nasıl bir çözüm bulacağınızı sorun. Bu kişilerin planları altüst olur. Çünkü gerilimi arttırıp sonra da tartışmada ya güçlü ya da haklı çıkmaya çalışma planları olduğu için sizin tepkinizle birden donarlar. Fakat amaçlarına erken ulaştıkları için de içten sevinirler. Zarar az ise veriniz, çoksa karşıya itiraz etmeden işlemlerin yapılmasını önerin ve trafik uzmanlarınca gerekli görülen işlemlerin yapılmasını sağlayın.
Böyle davranırsanız sonraki gelişmeler hayatınızda size şöyle yön verecektir. Siz bu olayda önemli bir tecrübe yaşamış olacaksınız ve bir daha dikkatli olmaya odaklanacaksınız. Hata karşıda bile olsa artık trafikte karşı tarafın aracıyla nasıl hareket edeceğine dikkat geliştireceksiniz. Diğer kişi ise hata yaptığı halde zararı karşıya ödettiği için kendini başarılı olduğunu ve böyle devam etmesi gerektiğini düşünecek haliyle bir ders çıkaramayacaktır. Aynı hataları tekrar yapacak ve karşısına kendi gibi biri çıkacak o zaman davranışının etkisi ile ceza alma, verme sınavına girecektir.
Bu olayda odaklanılan konu ile siz farklı hale geliyorsunuz. Hata yapma olasılıkları ve tecrübenin ücretini ödemiş oluyorsunuz. Karşı taraf ise olaya kar ve zarar olarak baktığı ve kötü planlarının gerçekleştiğini görerek aynı planlarda devam edecektir. Ta ki kendi gibi birine geldiğinde karşılıklı bir ceza kesilecektir siz görmeseniz bile bunun olacağına dair tahmin edebilirsiniz.
Trafik kazalarında en acil olan çözüme yönelmektedir. Sakin ve çözümcü yaklaşılmalıdır.
Sıra Trafiği
Bir çok özel ve resmi kurumda işlemlerimiz için sıraya giriyor ve bekliyoruz. Bu gerekli ve zorunlu, sabır göstermeliyiz. Beklerken bir şeyler ile meşgul olabiliriz, telefon, internet, müzik, sıradaki ile sessiz, sakin ve kısa sohbet, fikir ve merak için çevremizdeki insanları her türlü yönleri ile rahatsız etmeden inceleme, kısa ve uzun planlarınızı düşünme (sakın geçmişe gitmeyin) gibi bir çok zamanın nasıl geçtiğini fark etmeyeceğiniz etkinlikler yapabilirsiniz.
Trafik ışıklarında sabırla bekleyiniz. Etrafınızda bir çok hareketli ve hareketsiz şey varken ve siz onlara bakarken geçme vaktiniz gelecektir.
Şehirde yaşamak bir kültürdür. Bunu tam kullanmalıyız. Her yerde kural ve gerekliliklerine dikkat etmeliyiz. Zaman sizden yana olmalı. Şehirde hareket zaman demektir. Zamanla yarışmayınız. Geç kalma riskini almayınız, erken gidiniz ve beklerken sizi meşgul edecek bir çok şey bulacaksınız. Şehrin her noktasında bir yaşanmışlık ve tarih vardır. Nereye baksanız orada daha önce yaşanmış olay ve iz görebilirsiniz. Şekiller, renkler, eskilik, yenilik, yarım kalmış işler hepsi baktığınızda görebilirsiniz. Şehirde gezenin canı sıkılıyorsa bunun nedeni bakıştadır şehirde değil.
İlişkiler Trafiği
Bu önemli ve geniş konuyu ilişkiler bölümünde ele alacağız.
SORUNLAR
Sorunlarımızla yüzleşme ve onları dikkate alma
Bugünkü sorunlarımız yarının tecrübeleridir aynı zamanda. Sorunlarımız bir çok şekilde kendilerini gösterirler.
Sorunları sınıflandıralım.
Süreye göre sorunlar;
1. Anlık sorunlar.
2.Günlük ve sıradan ufak ve geçici sorunlar.
3. Aylık, haftalık, bir kaç ay gibi belirgin uzunlukta sürebilen sorunlar.
4.Yıllık, yılları kapsayan sorunlar.
5. Ömürlük sorunlar.
Önem çeşidine göre sorunlar;
1.Basit ve kolay sorunlar
2. Zor sorunlar
3. Çok büyük ve önemli sorunlar
Oluş ve ortaya çıkış kaynağına veya nedenine göre sorunlar;
1. Kendimizden kaynaklanan sorunlar
2. İşle ilgili sorunlar.
3. Yaşadığımız yakın çevremizden kaynaklanan sorunlar.
4. Sistem ve günümüzün yaşantılarından doğan sorunlar.
5. Kaynağı zor bilinen veya henüz kaynağı ve nedeni bilinemeyen sorunlar.
Sorunlara çözümsel yaklaşım tarzları;
1. Kendimizin ve yakın çevremizin çözebileceği sorunlar.
2. Devlet, devletlerin uluslar arası uzlaşmalar ile ve uzmanlık alanlarının çözebileceği sorunlar.
3. Çözümü henüz bilinmeyen ve çözülmesi olanağı görünmeyen sorunlar.
Sorunlara karşı tavır çeşitlerimiz;
1. Sorunu saptama ve çözmeye çalışma.
2. Sorunu saptama fakat çözümünü oluruna veya zamana bırakma.
3. Sorunu yaşamak fakat süre, önem ve oluş kaynağını saptayamama, değerlendirmeme.
4. Sorunlar içinde yaşamak ama onların sorun olduğunu bilmemek veya farkında olmamak.
5. Sorunları saptama fakat onları kaderimiz gibi zorunlu olarak yaşamayı kabul etmek.
Sorunsuz bir yaşam olamaz. Sorunsuz yaşasaydık, mutlu olmayı ve mutluluğun ne olduğunu da bilemezdik.
Mutlu olmak istemenin yanında mutlu olmayı engelleyen sorunların çözümü de bizleri mutlu edecektir.
Sorunlarımızı süre, önem ve oluş kaynaklarına göre sınıflamalıyız.
Sorunlarımızı unutmaya, onları yok saymaya çalışmamalıyız.
Tüm önemli saydığımız sorunları madde madde, sayı olarak bir yere veya zihnimize kayıt altına almalıyız.
Sorunlarımızın farkında olmalı ve günlük yaşantılarımızın olumlu, keyifli ve sakin geçmesini bozmalarına izin vermemeliyiz. Böylelikle sorunlarımızın süre, önem ve kaynağını önce kendi yaşantımıza, sonra yakın çevremize olumsuz etki etmesini bilinçli olarak engellemeliyiz.
Sorunlarımız zihnimizde çözülmeyi beklerken onlara çözüm yaklaşımlarımızı zaman ve mekan olarak tekrar gözden geçirme ve düşünme aralıkları oluşturmalıyız.
Sır olma özelliği olmayan sorunlarımızı güvenebileceğimiz kişiler ile paylaşmalı ve onların o sorunlara yaklaşım tutumlarına dikkat etmeli ve sorunun gerçek süre, önem ve kaynağına dair bilgilerimizi netleştirmeye çalışmalıyız.
Sorunun üç özelliğini netleştirdiğimizde artık o sorun bizim için sadece bir sorun değil, aynı zamanda bir tecrübemiz olmaya başlar.
Bu günkü halimize nasıl geldik, tecrübelerimizi biriktirerek değil mi ?
Karşılaşacağımız her sorun sonraki zamanın tecrübesidir.
Sorunu beden ve zihin olarak yaşarız. Sorunlarımızı çözdüğümüz veya çözüldüğünde tecrübe olarak kalırlar.
Sorunu yaşarken ” Bu sorun benim için nasıl bir tecrübe olabilir ” sihirli soruyu sorarsak ve cevabını bulursak. İşte o andan itibaren sorun bizim için bir bilmece, bulmacaya veya yap-boz a dönüşecek ve kendimizi sorunun üstünde görecek sorunumuza daha üst perdeden, kattan, yüksekten bakacağız.
Sorun bizi sarmış ve çevrelemiş görünürken, bizler o sorunun dışından bakabilme olanağına ulaşacağız ve çözümler de görünecektir.
Sorunlarımızı düşünür ve onlarlar uğraşırken ” Ben bu sorunda bedenen ve zihnen olumsuz olarak en az nasıl etkilenirim, bu sorunu, kendim ve kimseye zarar vermeden veya en az zararla, orta yolu bularak nasıl çözebilirim, çözebiliriz ve bunun için ne yapabilirim, neler yapabiliriz ” sihirli soruları ile sorununuzun çözüm olasılıkları ve eylem planları zihninizde geçit törenine başlarlar. Sizde tercihinizi en doğru, iyi ve güzel olandan yana kullanırsınız.
Gençlerin sorunları, yetişkinlerin tecrübeleri, yaşlıların ise açık veya gizli gülümsemeleridir.
Dertleriniz önce yolunuz olur, sonra da kaderiniz
Sorun ve dertlerinizle uğraşırken dikkat ediniz. Onların sizi ömür boyu meşgul edecek kaderinize dönüşmesini engellemeye çalışın. Süreye göre sorunlardaki 5. Ömürlük sorunlarınızın sizi mutsuzluğa değil mutluluğa yöneltmesini sağlamaya, böyle olacak bir biçimde olacak sorunlara, dertlere odaklanın.
Günlük yaşama içerisinde bir çok sorun ve dertle uğraşmak zorunda kalıyoruz. Geçim derdi en büyük ve ömürlük bir haldir. Geçim için plan ve program oluşturunuz. Temel ihtiyaçları belirleyip onlardan asla taviz vermeyiniz. Önce onları karşılayalım. İnsan olmanın erdemi temel hak, özgürlük ve ihtiyaçlara sahip olmak ve onları karşılamaktır.
İnsan olarak temel özelliklerimizin üstüne diğer yeni ve gerekli özellikleri yükleriz.
Sorunlarınız ve dertlerinizin ilerleme sürecinde size nasıl bir etkiler bırakacağını da hesaplayın hayal edin ve gerçekleşme olasılıklarını da ortaya koyun. Dolayısı ile sorun ve dertlerinize hangi bakış açısıyla bakmanız gerektiği gayet açıktır. Sizi ömür boyu olumsuz olarak meşgul etmeyecek, kısa, kolay ve herkes için iyi olabilecek çözüm ve yaklaşımlarda bulunmamız gerekmektedir.
Sorun ve dertlerimize çözüm arayışlarımızda bir çok seçenek bulunmaktadır. Bu çok seçeneklerden size ve çevrenize en az zarar verebilecek ve bu zararın olabildiğince eşit paylaştırılması yönünde tercih edilirse elimizden gelenin yapılması rahatlığını yaşar ve sonraki zamana bir yük ve ağırlık taşımayız.
Ben gerekeni ve elimden geleni yaptım derken içimizde onu tasdik eder. Yalan söyleyenlerin içleri, gönülleri söz ve eylemleri tasdik etmez. Ve böylelikle böyle kişiler yalanların derecesi oranında hata yapar, zarara uğrarlar. Seyrek olan beyaz yalanlar hariç tüm sürekli ve kötü yalan söyleyenler maalesef zihin beden dengesini kuramazlar. Duruma ve şartlara göre yalana başvurmaları artar ve arttıkça yalan söyleme olasılıkları zorlanır. Bu süreç böyle devam eder.
Ortama ve şartlara göre değil, kendimizde oluşturduğumuz tecrübe ile karar verdiğimiz olay ve şartlara karşı ilke ve kurallarımızla doğru tekrarlarımızı uygular ve bundan memnun oluruz. Çünkü ilke ve kurallarımız olumsuz ve zararlı oluşabilecek etki-tepki süreçlerini engeller. Trafikte kazaların önlemesi kurallarına uymaya bağlı olduğu gibidir.
Geçim, iş, aş, eş gibi önemli konularda birçok sorun ve dert oluşma olasılığına karşı ilke ve kurallar belirlemeli ve ona göre esnek veya katı olarak bu kural ve ilkelere göre davranmalıyız. Tabi ki robot gibi olamayız. Canlı ve insan olduğumuz için istisnalar ve az oranda ilke ve kurallarda sapmalar, değişimler ve onlara az da olsa uymama durumları oluşabilecektir.
Dert ve sorunların şekline ve biçimine çok dikkat etmeliyiz. Bizi ömür boyu meşgul edecek hedeflerimizin içinde dert ve sorunlar da bulunmaktadır. Onların oranlarının nasıl olacağına farkındalığınızla karar verebilirsiniz. Bir çok fark etmediğimiz dert ve sorunu normal diye yaşamaktayızdır. Başka hayatları inceler ve öğrenirken kendi yaşam tarzınız ile kıyaslamalı ve sizin şu anda hangi yaşantı hallerinizin dert ve sorun içerdiğini fakat sizin fark etmediğinizi sorgulamalısınız. Bu sorgu yapılmaz ise kendimize ” Yıllardır yaşadığım şu olayın sorun olduğunu yeni öğreniyorum, meğerse ben bu sorunu gereklilik olarak görmüşüm ve sorun olduğunu şimdi anlıyorum ” deme olasılığınız artar.
Kısa ve ömürlük hedefler
Kısa süreli hedeflerimiz çok sayıda bulunmaktadır. Günlük, haftalık, aylık ve yıllık hedef ve planlarımız günümüzde zorunlu hale gelmiş durumdadır.
Ömürlük hedefler ise çoğu kişide çalışma hayatı, emeklilik ve ailevi konular üzerinden oluşmaktadır. İşte bu hedefler maalesef bizi ömür boyu meşgul etmezler fark etmeden. Belli yaşlarımızda bu hedefler biter ve bizler yeni hedef belirlemeyiz. Bir de bu hedeflerin iptali durumunda ikinci hedef yani B planımız bulunmamaktadır.
Toplumun geneline yayılmış olan ömürlük hedef ve planlara ek olarak kişisel sayılabilecek plan ve hedeflerde oluşturmamız gerekmektedir.
Mutluluklarımız ortak ama bedensel ve ruhsal hastalıklarımız kişiseldir. O nedenle kendiniz için de ömürlük artı hedef ve plan oluşturmamız gerekmektedir. Bu tür hedefler büyük oranda yeteneklerimizi keşfetmek ve yetenek, yetilerimizin geliştirilmesi üzerine olmaktadır.
Alzheimer rahatsızlığını önleyen iki önemli kişisel zihinsel eylemi sizi sunmak isterim.
- Kişisel ömürlük hedefler
- Hayal etme ve kurma yetinin devam etmesi.
Ömürlük genel planlarınızdan ayrı olarak kişisel planlarınızı da arttırmaya çalışınız, yeteneğinizin ve yetilerinizin geliştirilmesine yönelik her ömürlük hedef bizleri hem mutlu edecek hem de diğer ömürlük tüm hedeflerinizin bitmesine karşı bu hedefleriniz hiç bitmeyecektir. Bu hedeflerimizle önce kendimizi sonra çevremizi mutlu etmek olanaklı hale gelir ve son nefesinize kadar sizi, bizi meşgul eder.
Çocuklukta kurduğunuz hayalleri hatırlayalım. Masallardan sonra kurduğumuz zihnimizdeki hayaller bizleri hayata bağlardı. İster hayal ister gerçek olsun. O yaşlarda hayal gücümüzü çok kullanırdık. Yetişkinlikte ise günlük hayatın katı, kurallı ve şartlı hallerine o kadar bağlandık veya sistem öyle bağlıyor ki bizi hayal kurma yetimizi kaybetmeye başladık. Hayal etme yetisi kişiseldir. Bizler kendimizi başkaları için ailemiz için feda ve adanmışlık içine girdiğimizde hayal etme yetimiz zayıflamaktadır. Bu hayal etme yetimizi kaybetmek bize bilmediğimiz bir stres verecektir. Grupsal hayallerimizden ayrı olarak kişisel olarak da hayal kurmaya devam etmeliyiz. Tabi ki kuracağımız bu hayaller kendimize ve çevremize faydalı, yararlı, iyi, doğru ve güzel olacak bir biçimde oluşmalı ve devam etmelidir.
Bir çok insanın ileri yaşlarda aile hedeflerinin tamamlanması veya bozulması durumunda yeni hedefler belirlemekte zorluk çekmeleri ve geçmişi bir tecrübe olarak değil, hala geçmişi yaşamaya çalışmaları nedeniyle ömürlük yeni hedefler belirlememe ve hayal etme yetilerini kullanmamaları nedeniyle alzheimer hastalığına yakalanmaktadırlar.
Çözüm geçmişi yaşamaya devam etmeyip geçmişimizi bir tecrübe olarak kabul etmeliyiz. Geleceğe ilerlemekten korkmamalı ve kendimizi kişisel hedeflerimizle, hayal etme yetimizi koruyarak yaşamalıyız.
Alzheimer hastalığı aslında bedenin bilinçaltı bir intihar şeklidir. Bu intihar şekli yatarak ölmektense ayakta ölmek ve öleceğinin bilgisini unutmak veya kabul etmemektir.
Yaşlılıkla beraber insanlar ölümü daha çok düşünür olurlar ve kendilerini oyalayacak yeni hedefler belirlemeyi ya beceremezler ya da bilerek belirlemezler.
Bu durum düşeceğini bildiğiniz bir uçağa binmek gibidir. Uçak düşmeden beden ölmeyi planlar ve önce geleceğin bilgi ve hayallerini siler, sonra geçmişe yönelir ve geçmişte yaşamaya çalışmak günlük yaşama aykırıdır ve zihnin çalışmasını bozar. Düşünme ve zihinsel süreçler zarar görür ve hastalık başlamıştır.
Zihin ve beden sağlıklı iletişimi bozulur ve bildiğimiz gibi hasta organ yetmezliğinden veya kazalar ile vefat eder.
İlişkiler
İlişki ve bağlantı yaşamımız boyunca bizleri meşgul eden ve mutluluğumuzun oluşmasında veya oluşmamasında önemli, zorunlu ve kaderimiz olan bir olgudur.
Doğumla başlarız annemize ve babamız varlığına bağlı olarak, onlara bir bela ve kaza gelmesi halinde akrabalarımız devreye girerler bizlere bakmak için, onlarda yoksalar devlet ve toplum seferber olur bizlere çocuklara önem veririz türümüzün devamı bilincinde olarak.
İnsanın insan olmasında ve memeliler arasından öne çıkmasının altında yatan aile olma olgusu bulunmaktadır.
Bilimin bugün öne sürdüğü ilk insanların ağaçlardan inmesi ile iki ayak üzerinde durması ve alet kullanması değildir öncül ilk aşama. İlk aşama aile olma halidir. Eşlerin bir ömür boyu birlikte yaşaması, doğadan gelecek tehlikelere karşı dayanışma, yardımlaşma içinde bulunmaları, çocuklarını ömür boyu büyütmeye kendilerini adamalarıdır ilk insanları bu güne getiren.
Aile olgusunun ilk adımlarından sonra alet kullanma, ateşi bulma gibi etkenler teknikler gelecektir. Dişi insan doğumla birlikte korunaklı bir mekanda çocuğuna bakacak ve eril insan dışardan besin ve kullanılacak nesneleri getirecektir.
Doğada birlikte yaşayan canlılar bulunmakla birlikte çiftler hem yalnız kalıp hem de yavrularını ömür boyu büyütmek gibi aşamaya geçememişlerdir.
Memelilerde ise sürü halinde yaşama olmasına rağmen belli yaşa gelen yavru sürünün artık bir üyesi olup aile olgusuna ilerleme oluşamamıştır.
Etçiller sınırlı gruplar halinde ve sürü olarak alfa memeli önderliğinde yaşamlarını düzenlemişler aile veya özerk grup olgusu oluşamamıştır.
Dolayısı ile aile olgusu insanlığımızın kutsal bir olgusudur. Anne, baba ve çocuk olma halleri toplumlar tarafından tüm tarih boyunca önemsenmiş ve değerli bulunmuştur.
İlk insanlar aile olarak ömür boyu yaşamaya başladıklarından itibaren doğaya karşı bakışları değişmeye ve gelişmeye başlamıştır. Büyüyen çocuklarının yardımları sayesinde aile büyümüş ve doğanın zorluklarına dayanma ve tehlikelerine karşı korunma artmıştır. Yaşamlarında bir düzen oluşmaya, şartlara ve mekanlara hakim olmaya başlamışlardır.
Günümüzde insanın, insanla ve doğa ile ilişkileri tüm yaşamımızın ana konusu ve en önemli unsuru durumundadır.
İlişkilerimizi Düzenlemek
İlişkilerimizi düzenleyip, planlayıp onlar üzerinde toplumun öngördüğü ve onayladığı yasa, kanun ve ahlak kurallarının kabulü ile onlarla çelişmeyecek şekilde kendi yaşamınızı düzenlemek amacıyla kendimize özel ilke ve kurallar eklemeliyiz.
İlişkilerimizi düzenleyecek ilke ve kurallarımız ne değişmez ne de gelişmez olmamalıdır. Bu oluşturacağımız ilke ve kurallar kendimize has olup ikinci bir kişi için geçerli olmayabilecektir.
Bu ilke ve kurallarının oluşturulmasındaki temel amaç kişinin kendisi, diğer insanlar, toplum ve doğa ilişkilerine doğru ilerleyen bir süreçte kendi yetilerine (yetenek) göre en iyi bir şekilde sağlıklı ve özgür yaşamaktır.
Mekan ve Zamana Göre İlişki ve düzenlemeleri
İşyerinde
Evde
Sokakta (Kamu alanlarında)
İnternete (Ağdaşlıkta, sanal kamu alanında, sanal özel alanlarda vb.)
Gelenek ve göreneklerde
Yasalar ve toplum düzeni algısında
Kendimizdeki beden zihin ilişkilerinde
Kendimiz, çevremiz ve toplumla sözlü ve yazılı iletişimlerimizde
KATMANLAR (HİYERARŞİ)
Tanım
Toplumu oluşturan birey, grup ve toplulukların, aile, iş, meslek ve özel yetenek gibi çalışmalarıyla ekonomiden alabildikleri payları ile ihtiyaçların karşılanması biçiminin değişimi ve yaşayış şekillerinin farklılaşması ile toplumda katman, bölüm, sınıf, aidiyet, özgü olma, çevre oluşturma gibi kendi içinde farklı, toplum içinde ortak özellikleriyle var olmalarıdır.
Hiyerarşi kavramına güncel olarak ” Katman” ” Toplum yaşama katmanları ” ” Özerk yaşam katmanları ” gibi yeni terimlerini de kullanabiliriz.
Toplum yaşama katmanlar’ın oluşma nedenleri
- Toplumda alınan görev olarak iş, meslek ve özel yetenekler ile bulunulan aile.
- Yapılan görevlerle ekonomiden alınan pay oranları ve bu payların kullanım şekli.
Katmanlar’ın ortak özellikleri
- Toplum düzeninin ve yaşayışının temel özelliklerini taşımaları. (insani ve canlı özelliklerinin birliği)
- Ülkesel ve küresel bir birlik içinde olmaları. (Tür bilincinde olmaları)
Katmanlar’ın birbirinden ayrı özellikleri, farklılıkları
- Temel ihtiyaçları karşılayış biçim farklılıkları
- Kültürel yaşam farklılıkları.
Katmanlar arası geçiş ve değişimler zor, uzun ve yavaştır.
Katmanlardaki bireylerin hedefleri kendi katmanında kalmak da olabilir, farklı bir katmana geçmek de olabilir.
Katmanlar tarihi algılardaki olanakları ile değerlendirildiği için üst üste olarak kavramlaştırılsalar da gerçekte ve günümüzde katmanlar mekansal, bölgesel, sınırsaldırlar.
Toplum yataysal, mekansal, bölgesel ve sınırsal yaşam biçimlerinden oluşur.
Ben toplum katmanları için ekonomik ve genel kültürel olarak eksi ve artı katmanlar deyimini kullanacağım.
Evrensel Ahlak’a Doğru
İnsanlık kültüründe ahlak ve adalet kavramları toplumun katmanları (hiyerarşi) ile ilgilidir.
Bitkilerde mekan, insanlar da katman (hiyerarşi) benzerdir.
Evrensel ahlak ve adalet olanaklı mıdır.
Eğer olanaklı ise katman(hiyerarşi) kural, ilke, usul ve gerekliliklerin netleşmesi, bilinmesi ve uygulanması ile oluşacaktır.
İnsandaki ahlakın kökeni ve adil olma, adalet oluşturma bilgisi de katman bilincinin inşa edilmesi üzerine ilerleyeceğini göstermektedir.
Ahlakın gelişmesi katman bilincin inşası ise katman ilke, kural ve şartlarını toplumun geneline yansıyacak en adil ve kabul edilebilir olmasına göre oluşturabiliriz.
Katmanların oluşması tercihini tarihteki örneklerden değil çağımıza yakışır ve yeni, sürdürebilir bir tarzda oluşturmalıyız.
Toplumun her kesiminin kabul edebileceği ve uyacağı bir yaşam katmanları oluşturmak çağımızda olanaklı mıdır?
Çağdaş sistemimiz katmanlar arası geçişlere teşvik etmekte olup bazı ilke ve kuralları ahlaki ve etik olarak belirlemiştir.
Aile, iş, meslek ve yeteneklerin toplum tarafından onaylamış ve kabul edilebilir olması temelinde olan bir ahlak ve etik belirlemiştir.
Ailenin kavramı da bu katmanlarda hazır olan bir durumdur.
Katmanlardaki zorunlu ve zoraki değişimler ve belli katmanların çok istenmesi rekabete hali ile ahlak ve etiğe uyulmamasını getirmektedir.
Katmanlardaki zorunlu ve zoraki değişimler aile, iş, meslek ve yeteneklerin zaman içerisinde de değişimini getirmekte ve toplum dinamiği oluşmaktadır.
İstikrarlı, sürdürebilir, çağdaş, modern, yeni bir katman bilinci amacında oluşturulacak ahlak ve etik ortaklığı ile hızlı katman değişimlerinin belli bir hızda, herkesçe kabul edilebilir halde olanaklı kılabilir miyiz?
Katmanlar (Hiyerarşi) arası ilişkiler
Katmanlar arası ilişkiler zayıftır.
Katmanlarda yaşayanlar diğer katmanlardaki kişiler ile zorunlu olarak ilişkilere girmektedirler.
Katmanlar tarihi boyunca birbiri ilişkileri kesin çizgiler ile ayrılmış, birbirinden kopuk olarak ilerler iken günümüze kadar yönetim şekillerinin gelişmesi ile değişime uğramışlardır.
Günümüzde katman sayısı çok sayıya ulaşmış olup birbiri ile ilişkilerin en çok olduğu dönemlere doğru ilerlemekteyiz.
Ülkemizin kuruluş yıllarında zengin (artı) katmanı nüfusu az fakir (eksik) katmanları nüfusları kalabalık olarak belirgin iken sonraki yıllarında orta direk katmanı ile bu ikili katman grubundan iş, meslek ve yeteneklerin artması ile bir çok katman sayısına ulaşılmıştır.
Tarih boyunca katman farklılıkları ülkeyi yöneten, savaşları yöneten ve dini yönetenler tarafından oluşturulmuş ve idare edilmiştir.
Günümüzde cumhuriyet ve demokrasi, tarihteki yöneten, güvenlik ve din önderlerini geri plana almıştır.
Tarihte en belirgin yönetimsel anlamda aileler yönetimde sürekli bulunarak yönetici aile şekli ve olgusu ile katmanları düzenlemişlerdir.
Günümüze geldiğimizde aile yönetimi cumhuriyet ve demokrasi yönetim şekillerinde geri plana bırakılmış, halkın seçimleriyle ve yönergesiyle yönetime gelen liderler kamuoyunu dikkate alarak yönetimlerini sürdürmüşler ve böyle devam etmektedirler.
Katmanlar, ekonomiden alına pay ve kültürden alınan pay olarak iki önemli unsurla oluşmaktadırlar.
Ekonomiden fazla pay almış fakat kültürden yoksun kişiler katman değiştirmemekte ısrar etmektedirler. Bu kişiler bulunduğu katmanda kalırken büyük sorunlar yaşamaktadırlar. Katman değiştirseler bile yeni katmana uyum zorluğu çekmektedirler.
Kültürden fazla pay alan bireyler, edindikleri kültür özelliklerini kullandıkları oranda katman değiştirme olanağına sahip olurlar.
Günümüzde kültür aracılığı ile katman değişimi olgusu önemli bir yer tutmaktadır. Eğitim, sanat, yetenek gibi alanlarda belli bir kültür birikimi ile topluma hizmetle katman değiştirebilmektedirler.
Aileden gelen katman özelliğinde aile yeni üyelerini bulunulan katmana kültürel olarak hazırlama olanağı bulunmaktadır. Fakat her neslin genetik ve karakteristik özelliği aynı katmanda kalmasını zorlaştırmaktadır.
Gelişen ve değişen yaşam şekilleri katmanlar arası ilişkileri birbirine yakınlaştırma ve ilişkileri sıklaştırma zorunluluğuna doğru ilerlemektedir.
Ahlak ve adalet kavramları katmanlar içi ve katmanlar arası ilişkilerinde belirginleşir ve önemli hale gelir.
Felsefe tarihi boyunca ahlak ve adalet kavramlarına tekil katman üzerinden değinilmiş ve bu incelemeler de eksik kalmıştır.
Ahlak ve adalet kavramlarını katmanların kendi içinde ve katmanlar arası açık ve gizli ilişki biçimlerinde tümüyle açıklayabiliriz.
Günümüze değin katman oluşumları kontrol altında tutulmuş, ilişkileri katı kurallar ile düzenlenmiştir.
Din olgusu katmanları düzenlemede en üst kurallarını ortaya koymuştur.
Tarih boyunca yönetici aile geleneği ile din temsilcileri arasında her zaman katmanlar konusunda anlaşma sağlanmıştır.
Günümüzde ise serbest iş, meslek ve yeteneklerin belli kanuni esaslar ile özgürleşmesi sağlanmış, katmanlar ve katmanlar arası ilişkiler artmış, belirgin ve kesin ayrımları azalmıştır.
Bireylerin katmanlara yaklaşımlarından ilişkilerine yön veren duygu ve tutumlarında mutlu olma veya mutsuzluğa neden olan etkiler nelerdir.
Bireylerin katman olgusunda mutlu ve iyi yaşama olanaklarını araştırmak, incelemek ve ortaya çıkarmak gerekmektedir. Kitabımızın ilişkiler bölümünde bu büyük olgunun önemli kısımlarına değinecek ve mutluluğumuza, iyi yaşama isteğimize nasıl bir etkide bulunduğunu gözler önüne sermeye çalışacağım.
Birey olarak bulunduğumuz katmanın bilincinde olmalıyız. Katman değiştirmeye çalışmadan bulunduğumuz katmanda mutlu olmanın yollarını aramalı, mutsuzluğumuza neden olan etkenleri saptamaya çalışmalı ve onların tekrarlarını engellemek ve mutluluğa yöneltecek yeni amaçları ortaya koymaya ve onları yaşantımızda uygulanabilir ve sürdürebilir olmasına çalışmalıyız.
Katman değiştirmek zordur. Şans faktörlerinin oluşmasını beklemek için ömrümüz kısadır. Kendimiz bir şeyler yapmalıyız. Fakat katman değiştirmek için kötü ve yaşamı riske atacak iş, meslek ve yeteneklere girmemeliyiz. Çünkü sağlığımız, yaşama sevincimiz ve ilişkilerin iyi bir yaşantı olması olanağını azaltamayız. İyi, keyifli ve sağlıklı yaşama amacımıza odaklanmalıyız. Amacımıza uygun etkinlikler, iş, hobi, meslek ve yeteneklerimizi geliştirmeliyiz.
Bu konuda en büyük belirleyici toplumun bize sunduğu seçeneklerdir. Toplumun onayladığı veya onaylayabileceği iş, meslek ve yetenekler olmalıdır.
Bir çok birey topluma rağmen hızla yasa dışı ve ahlak, etik ve usule aykırı katman değiştirmeye çalışmakta ve değiştirmektedir.
Şimdi sizlere bu insanların nasıl mutsuz olacağına dair fikirler ileri süreceğim.
Toplumun içine doğuyoruz. Ve toplumun büyük enerjisini alıyoruz. O bizim varlık nedenimizin temellerine yerleşiyor. O enerji, oluşu temelimizden söküp atamayız. Toplumun bu büyük enerjisi bizde vicdan olarak gelişmekte ve varlığını ömür boyu korumaktadır. Bu enerji ile topluma derinden ve temelden bağlanıyoruz.
Vicdan temelinde bir vefa duygusudur. Varlığını borçlu olduğun büyük bir gücü içten koşulsuz olarak kabul etmek ve ona bağlı kalmaktır. Dinde bu bu olgu tanrıya bağlanır.
İnsanlık tarihinde ise önce türe yani aileden başlayan ve toplum olma sürecindeki türü bağlanır.
İşte temelimizde bulunan vicdan yani vefa duygusu ve tutumu bireyin katman değiştirme hırsı nedeniyle ihanet hissine döner. Bu duygu yapanın temellerine etki eder ve orada kalır.
Toplumun büyük gücü karşısında tek olarak kendi yalnızlığını ve çaresizliği ile baş başa kalır kendi içinde. Duyguları ve düşünceleri hasar almış ve sağlıksız işlemeye devam eder. Yaşantısındaki anlam ve değerler biter. Büyük bir boşluk içine girer. Türünün kendisini var etmesi gerçeği karşısında ona karşı gelmiş ve bunu gizlemektedir.
En büyük korkusu yaptığı yasa dışı ve çiğnediği toplumun değer verdiği önemsediği kural ve ilkelerince kendisinin yaptıklarının ortaya çıkmasıdır.
Böyle olunca günlük yaşamda negatif bir duygu ve düşünce içinde eksi bir le devam eder. Çevresinden duyduğu her kelimenin kendini ifşa edip etmediği algısına zorlar. Bu durum bir insan için her gün işkence çekmek demektir. Zihinsel zamanı bozulmuş, uykuları kaçmış kabuslarla uyanması olasıdır. Beden ve zihin birlikteliği bozulmuştur.
Vicdan (Toplumsal Vefa duygusu ve olgusu)
Bu kişilerin çözümleri sırları ile gizlenmektir. Toplumun büyük gözü, kulağından gizlenmektir. Toplum değiştirmek ve gündemde olmamak onun en iyi rahatlama şeklidir. Sosyalleşmesi eksik kendindeki gerçek yetileri yadsımış ve onları ortaya çıkarma olanağını da kullanmamıştır. Dinlerde bu olgu şeytana hizmetle eş değer kabul edilir. Birey hem kendi genetik kodlarından gelen vicdan veya vefa duygusunu hem de inancındaki kurallarına ters hareket etmiş hem bedenen hem de zihnen çok zor bir durumda yaşamını devam ettirmeye çalışacaktır. Zihin ve beden olumsuzlaması artık sağlığın korunması için değil dağılması anlamına gelecek ve bu bireylerde bir çok sağlık sorunları ortaya çıkacaktır.
Değinilen topluma aykırı eylemleri kişiye eylemin önemi ve değeri kadar etki edecektir. Bireyler bunu içlerinde bilirler. Hangi eylemlerin affedilebilir nelerin affedilmesinin zor olduğunu aileden ve toplumdan bireyler tarafından öğrenilmektedir. İlk öğrenmeler arasında olduğu için unutulmazlar arasındadır.
Dolayısı ile katman değiştirmenin bedellerini bir çok kişi bildiği için suç ve yasa dışı oranı toplum varlığını tehlikeye sokma riski barındırmamaktadır.
Toplumun çoğunluğu düzene ve kurallara uymaktadır. Bizlerde mutluluğumuz devam ettirmek istiyorsak buna dikkat etmeli ve katman değiştirme isteklerimizi iş, meslek ve yeteneklerimizin toplum tarafından onaylanabilirliğini kontrol etmeliyiz.
Eğer mutsuz olmak ve öyle yaşamak istiyorsanız veya ben hatamı telafi edebilir ve toplumu ikna edebilirim öyle mutlu olabilirim diyorsanız buyurun bu zor yolu da deneyin ömürünüze mal olmak üstüne. Fakat biliyoruz ki mutsuz olduğunu bilmeyen ve mutlu olmaya inanmayanlar bu kitabı okumayacaklardır. Bizde onları ele alıyoruz ki mutlu olduğumuzun anti tezleri olsunlar.
Mutluluğumuzun farkına başka insanların istemediğimiz halde mutsuz olma hallerini görerek de varabiliriz. Ders çıkarma ve ibret alma yönünden.
Günümüzdeki bir çok mutsuzluğa giden ve ömür boyu sürecek bu halin kaynağı katman değiştirme amacıyla yapılan topluma göre yanlış eylemlerdir.
Bunun yanında toplum çoğunluğunda da toplumla uyumlu yaşayan fakat içinde katman değiştirme büyük arzu ve tutkusunu yaşayan ve bunu hep canlı tutan ve erteleyen bir mutsuzluk hali bulunmaktadır.
İşte sizlere bu arzunun doğal olduğunu, insan olarak temel yapımızda bulunduğunu canlının rekabet temelinden ve doğanın ilerleme, büyüme, çoğalma ve yayılma ilkesinde geldiğini belirtmekteyim. Bu duygu ve arzunun bizleri mutsuz etmesine izin vermemeliyiz. Kabul etmeli ve yeti, şart ve şans özellikleri çerçevesinde değerlendirmeye devam etmeliyiz.
Katman değişimi için toplumun kural, ilke ve yapısına uygun hareket etmemiz gerektiğini ve bunu da sizlerin bildiğini ve buna da genel uyulduğunu evrensel ahlakın bu değerde oluşabileceğini sunmaktayım.
Katmanında mutlu olmayı öğrenmiş bireyler gözlerini diğer katmanlara yönelttiklerinde kendilerindeki yeti ve şans faktörünü test ederler ve en doğrusu da budur. Eğer yeti ve şansı yardım etmiyorsa çocuklarının katman değişimine yardım etmeye çalışırlar ve onların sayesinde kendileri de katman değiştirme ümidine sahip olurlar.
Bitkilerin yere sabit olması gibi biz insanlarda katmanlara bağlıyızdır. Bitkiler tohumlarını saçarak mekan değiştirirler. İnsanlar da öyle çocuklarını (tohumları) bu yöne sevk etmek amacında olurlar.
Bitkilerde ormanın en iyi güneş alan ve verimli toprağında gelmek şanstır. Fakat bazı bitkiler bu ortama uygun değildirler bu bitkiler daha az güneş ışığı ve kıraç, humus veya özellikli toprağı tercih edebilir. O bitkinin tohumu ideal gibi görünen mekanda filizlenmesi onun şansızlığı haline gelir.
Katman değiştirmek istemenin büyük baskısını içimizde yaşamaktansa mevcut bulunduğumuz katmanda mutlu olma yollarını araştırmalıyız. Böylelikle bu büyük iç sıkıntının olumsuz etkilerini üzerimizde azaltabilir ve günlük yaşantımıza ve çevremizle ilişkilerimize kötü etkilemesini de engellemiş oluruz.
Bu kitaba kadar önceki tüm kişisel gelişim kitapları katman atlamanın yollarını, taktiklerini ve desteğini verirken şu an okudunuz kitap bulunduğunuz katmanda da diğer katmanlarda yaşanan mutlu olma yollarını yaşayabileceğinizi böyle bir yaşantı halinde iken katman değişimlerinde her hangi bir sorun yaşamayacağınızı öngörmek üzerine yazılmıştır.
Orta direk tabir edilen katman en kalabalık ve kendi içinde en geniş katmandır. Toplumun en önemli bölümü bu katmandır.
Bu katmandan diğer kısmi katmanlara geçişler olabilmekle iken bu katmana katılım daha fazladır.
Kitabımızın içeriği bu katmanın mutluluğu üzerine olup diğer katmanlarda bundan yararlanabilirler.
Orta direk katmanı kalabalık ve çeşitli yapısı ile adeta toplumun ana bölümüdür. Toplumların çekirdek, medyan bölümü bu katmandır. Toplumun sigortası bu katmandır.
Orta direk katmanında kendilerini tedirgin eden ve sürekli meşgul eden bilinçaltında olan bir korku vardır.
Bu korku bulunduğu katmandan istemeyerek çıkmak veya çıkarılmaktır. Ömürlük planları bu katman ve daha iyisi içindir. Fakat şartların ve ilişkilerin onu daha eksik katmanlara yönelteceğinden her zaman endişe duymaktadır.
Her insan bulunduğu katmandan daha eksik katmana geçiş yapma zorunluluğuna uğramaktan endişe etmektedir.
En eksik katman kendisinin kaybedecek hiçbir şeyi olmadığı bilincindeki boşluğu, keyfi yaşarken yoksunlukların büyük açlığını da hisseder ve öyle yaşar.
Eksik katmanı gören orta katman üyeleri o katmana geçiş yapma olasılığı karşısında duygudaşlık yaparak üzülürler. Bireyler tek başlarına eksik katmanın tüm sorunlarını çözemeyeceklerini farkında olarak ellerinden geldiğince ufak da olsa yardım ederler. Onların işlerini kolaylaştırmak veya maddi yardımlarda bulunurlar.
İnsana ait erdemli davranış şekli böyle olmalıdır. Sizlerde toplumsal vefa büyük duygusunun rahatlığını yaşamak için tüm insanlara aynı gözle bakmalısınız.
Birey olarak toplumdan aldığımız ve diğer bireyler ile ilişkilerimizde izlerini gördüğümüz bu vicdan etkisinin bilincinde ve bilgisinde olmayan insanlar onu ret ederler.
İlişkilerindeki dengeyi belirleme de zorluk çekerler ve her türlü bireysel ilişkilere ekonomik kar ve zarar üzerinden, yaptırım yönünden güçlü ve zayıf, sistemin getirdiği başarılı ve başarısız, kendi için faydalı ve zararlı önyargılarından ve olgularından bakarlar. En son ilişkilerinde toplum vefa duygusuna (vicdan) ulaşırlar.
İşte ilişkilerde en sona ilerlemiş fakat en önemli duygu ve tutumunu bizler en öne almalıyız.
En sağlıklı bir zihin ve beden hali ile diğer insanlarla ilişkilerimizi bu yolla düzenleyebilir ve en doğru hareketi, eylemi ve düşünmeyi gerçekleştirmiş oluruz.
Bireysel olarak bir çok ruhsal, psikolojik olgularımızı toplumdan ve katmanlarımızdan almaktayız.
Kişisel ilke ve kurallarımızı oluştururken temel olan toplumun ahlaki, usul, edep, ilke ve kurallarını dikkate almalı ve onun üzerine kendi değerlerimizi oluşturmalıyız.
Böylelikle kendi içimizdeki huzur ve yaşama sevincini korumuş, sürdürmüş oluruz. İlişkilerimizde sorunları azaltmış ve yetilerimizin gelişmesi için özgürlüğümüzü kullanma olanağını sağlamış oluruz.
Bu gün bireylerin mutlu olmasının önünde en büyük engel ilişkilerimize etki eden en büyük iki zıt duygu ve tutum olan katman değişim isteği ve zorunlu istenmeyen katman değişim korkusudur.
* Artı katmana geçme isteği ve tutkusu.
* Eksi katmana zorunlu geçme korkusu ve kabusu.
Kişiler olarak bu iki duygu ve tutum arasında sürekli kendimizde, içimizde, zihinsel ve bedensel olarak, bilinç altımızda mutlu olup olmadığımıza karar vermeye, yerimizi tekrar tekrar kontrol etmeye, artı katmana geçme olasılıklarımızı gözden geçirmeye, katmanımızda kalma olanaklarımızı tartmaya ve eksi katmana geçme endişe ve korkularımızı tazelemeye enerji, güç, zaman harcıyoruz.
Freud’un girişini yaptığı psikanalizin ve günümüz psikolojinin bilinçaltı, kişilik, benlik, üstbenlik kavramaları başta olmak üzere bireyin tüm ilişkileri, duygu, tutum ve önyargılarının tamamlanasına dair soru ve cevaplar, toplumun katmanları olgusunda bulunmakta olup bu konuda henüz yeni olan sosyal psikoloji alanında araştırılmaktadır.
Vicdan (Bireydeki toplum vefa duygusu) Üzerine
Vicdan veya vefa canlılığın türe ait bir içgüdüsüdür ve insanda ortaya çıkmıştır
Bireyler doğdukları aileye ve sonra ailenin bağlandığı topluma karşı bir bağ ile bağlanırlar.
Bu gizli bağ bir varlık olma bilincinin verdiği vefa duygusu ve tutumudur.
Bu duygu ülkemizde vicdan olarak anılmaktadır.
Bireydeki var olma, varlık hali bağlı olduğu aile ve toplumdan kaynağını almaktadır.
Bu güçlü duygu ve tutum doğan ve yetişen her bireyin bilinç altına yerleşir.
Artık bireyin içinde oluşan bu içgüdü yani vefa veya vicdan temel varlık duygusu ve tutumu ile onun ömür boyu taşıyacağı canlılığın temellerinde olan ve her türlü ahlaki ve ahlaki olmayan düşüncelerine, sözlerine, yazılarına, eylemlerine, yargılarına, tutumlarına, etki ve tepkilerinde görülecektir.
Vicdan veya toplumsal vefa duygusu sadece insanda ortaya çıkmakla birlikte her canlının genetik kodlarında bulunmaktadır.
İnsan dışındaki canlılarda görülmemesi bu genetik kodun gelişme olanağı olmadığı, onların buna olanak bulamadığı içindir.
İnsanlarla birlikte yaşayan canlılarda bu duyguyu öğrenmek ve hissetmek belli belirsiz olarak kendini göstermektedir.
Vicdan toplumun vefa içgüdüsünden bireye geçmektedir.
Toplumsal vefa içgüdüsü yardımlaşma, birleşme, dayanışma, birlik olma bilinci ve istenci, bir bütünün parçası olma, aidiyet duygusu, bağımlı ve bağlı olma, güvenme, güç alma, güvende hissetme, ihtiyaçlarının karşılanmasına dayanan bir minnet, ondan korkma, çekinme, ona saygı duyma, kendinden daha güçlü ve gücü hesaplanamayan, hayale gelmeyen, zihinle tam olarak kavranmayan büyük bir olgu olarak bilinçaltında duran gibi bir çok özellikleri içinde barındıran temel içgüdüdür toplumsal vefa içgüdüsü veya vicdan.
Bireyler katman değişimlerinde toplumun onay vermediği şekillerde yani ahlaki ve yasal olmayan hareket etmelerinde veya günlük yaşayışlarında toplumun onay vermediği şekilde yani ahlaki ve erdemli olmayan gizlice eylemde bulunduklarında vicdan veya toplum vefa duygusu aktif olur ve bireyi bedenen ve zihnen kuşatır.
Böyle bir durumda olan birey artık kendi vicdanında mahkemeye çıkmıştır.
Toplumun gizli bir etkisi onu kendi içinde yargılamaya başlamıştır.
Sanık artık toplumun büyük gözünden ve kulağından korunmak zorundadır.
Ceza olarak en büyük korkusu toplumdan dışlanmak ve sonucu iyi yaşama olanaklarından yoksunluktan başlayan ve en sona bağlanan ölüm korkusudur.
Bu bireyin çevre, beden ve zihin zamanı düzenli çalışmaz.
Yaşadığı toplumla sadece kozmoloji zamanla paralel yaşamaktadır.
Çevre zamanı, kendi beden zamanı ve zihin zamanı alt üst olur.
Toplumların çevre zamanı birleşmiş, beden zamanları da bir olmaya giderken zihin zamanları daha yeni günümüzde birleşmeye doğru giderken beden zamanların ilerlemesini beklemektedir.
Vicdan ve vefa duygusuna ters eylemlerde bulunan birey, içinde devam etmek olan mahkemeden beratı yaptığı topluma aykırı eylemlerin telafisini sağlamak üzerine olacaktır. Eğer bunu yapmaz ise ömür boyu zihin, beden ve çevre zamanı düzenli ve sağlıklı devam etmeyecektir. Birey kendini kandırma yoluna gitmeyi tercih edebilecektir. Hatasını telafi etmediği halde ettim diyerek kendi bedenini ve zihnini kandıramaya çalışabilir. Fakat bu birey kendini kandırdığını sansa bile çevre zamanı bedene ve zihne gönderdiği işaretler sonucunda beden ve zihni bu kandırmaya uzun süre seyirci kalamayacaktır. Beden ve zihin sorunlu çalışmaya başlayacak kişide sağlık dengesi bozulmaya devam edecektir.
Vicdan veya toplum vefa duygu bozukluğun en temel tedavisi yapılan eylemleri telafi edici yeni eylemlerde bulunmak ve toplumun bu olayı bilmesi halinde “insanlık hali” şeklinde bir sonuç koyabilmesidir.
Toplumun yargısında ” İnsanlık dışı” ” Vahşet, korkunç, böyle insan olamaz, insanlık dışı ” gibi sonuçlar ait olduğu bireye artık sağlıklı bir yaşama olanağı dışına çıkarır. Çünkü vefa duygusu veya içgüdüsü bozulmuş, tamiri de çok zordur.
Yalnız yaşamaya, topluma karışmamaya, topluma ait bir çok yüksek duygulardan mahrum kalmaya başlayacaktır.
Halk dilinde bu dışlanmadır. Bireyin topluma yabancılaştırılmasıdır.
Toplumun bireye karşı öfkesi ve onu içinden atma refleksidir.
Linç eylemlerindeki amaç budur. Dışlanan bireyin etkisiz hale getirilmesi, atılması, o ortamda bulunmaması, düşünme, konuşma ve eylem gibi insani özelliklerin iptal edilmeye çalışılması. Çevre zamanın beden ve zihne etki etmesi, onu durdurması, çalışmasını önlemesi. Kozmoloji zamanın bu olanlar etkisinin bulunmaması. Açıklanamayan bir çok olaydan sonra zihinsel zamanların bu olanları kozmolojik zamanların iyi ve kötü etkisine yorumlaması. İyi de kötü de oradan geliyor yanılgıları.
İçinden atma ve dışlama eyleminin en kötü hali yaşamasına izin vermemek olacaktır.
Dolayısı ile vicdan veya toplum vefa içgüdüsü hem zihin hem bedenin ortak zamanında bulunmaktadır. Bedenin zihne bağlandığı o yerde bu içgüdü insanın ömrü boyunca vardır ve aktiftir.
Bireyin bilinçli olması ve öyle yaşaması için iki önemli olguyu sunmak istiyorum sizlere.
Bilincin zaman ve mekan algısı
Bilincin vicdan algısı
Bu iki konuda sizlere kendimin kültürümüzden ve felsefe yolu ile tüm bilgi kaynaklarından keşfettiğim bilgileri sunmak istiyorum.
Bu iki olguyu önemser ve onları dikkate alırsanız bireysel olarak bilinçli yaşamanın var olmanın ilk adımlarını atabilirsiniz.
Bilincin zaman ve mekan algısı
Bu algı dört aşamadır.
Kolaydan zora doğru ilerleyeceğim.
önce bunu bir liste halinde sunayım.
1.Düşüncenin kendini fark etmesi yani düşündüğümüzü düşünmek, bu son aşama olduğu için yeni ve benim keşfim. Bu listeyi de ben düzenledim. Dekart bedeniyle düşüncesini birleştirmişti. Düşünüyorum o halde varım derken bedenin düşünceyi fark etmesi aşamasında idi. Yani bedensel varlığını düşünme yolu ile doğrulamıştır. Buradaki düşüncenin düşünmeye katlanma hali kavramsal düşünmeyi anlatmaktadır. Kavramsal düşünme normal ve gündelik yaşam düşüncesinin üstünde gelişmektedir. Yani düşünce üstünde düşünce olgusu böyle oluşmaktadır. Ve bu aşamaya gelen kişilere serbestçe gelene bilge, felsefe yolu ile ulaşana filozof diyoruz.
Dekart’ın farkım diyorum ki düşündüğümü düşünüyorum. Düşüncenin kendi üstüne geçmesi ve düşüncenin kendisini fark etmesi. Günümüz felsefe bilgilerinde bu bilgi bulunmaktadır. Düşüncenin kendi üzerine katlanması şeklinde de belirtilmektedir. Bendeniz bunu başardığım için uygulama yönünden Dekart’ın düşünüyorum o halde varım’ından farklı ve yeni bir aşamadayım. Bu yetenek insan olarak hepimize bulunmakla birlikte biraz çaba ve çalışma gerekmektedir. Benim bu konuda en az on beş yıllık tecrübemle bu satırlara yazabilme olanağım oluştu. Ve bu sayede bilincin zaman ve mekan algısı ve vicdanın temel bilgisine ulaşabildim.
- Düşüncenin düşünceyi fark etmesi, buradaki alt düşünce bedenin algısındaki düşüncenin üst düşünce yani kavramsal düşünce tarafından algılanmasıdır. Temel ihtiyaçların karşılanması durumunda bedene yardım eden tür düşünmeyi düşünme şeklidir. Bedenin ihtiyaçlarını nasıl ve nereden sağlanacağı üzerine düşünen düşünceyi fark eden ve düşünendir. Yani ben açlığımı gidermek için düşünüyorum olgusunu fark eden düşünme halidir.
- Düşüncenin bedeni fark etmesi. Şimdi burada bedenin fark eden düşünce değil, düşüncenin üzerine katlanmış ikinci ve üst düşüncedir. Bu düşünce ile hem alt düşünmeye hem de bedeni fark ediyoruz. Yunus Emre’nin bir ben var bende içeri dediği beden için düşünen düşünme değil kavramlar üzerine düşünen düşüncedir. Böylelikle ikinci düşünme şekli de ortaya çıkmakta kavramsal düşünce bedensel düşüncenin üstünde yer alarak hem bedensel düşünmeyi hem de bedeni ve onun eylemlerini fark etmesidir.
- Düşüncenin çevre zamanını fark etmesi, düşünce hem kendi alt düşüncesini, hem bedenini hem de çevredeki mekan ve zamanı sağlayan hareketleri fark eder. Göz, kulak gibi öncelikli olarak tüm duyu algıları ile algılar ve değerlendirme yapar. Sabah evden çıkarken hava durumunu, trafiği vb. benzeri bir çok çevremizdeki hareketli olguları düşüncemizden geçiririz. Bu aşama herkeste normal olarak bulunmaktadır. Toplum olarak yaşamamızın bir gereğidir. Çevre zamanın en önemli ve belirgin hali toplum yaşantısıdır. Şehirde bu çok hissedilirken şehir dışında bu zaman yavaşlamaktadır. Bir orman, dağ ve deniz gezilerinde sakin ve sessiz yerlerde çevre zamanın doğanın ritmine döndüğüne şahit oluruz. Toplumun üstünde doğanın zamanı bulunmaktadır çevre zaman ve mekan algısında. Çevre zamanı iç içe, üst üste veya çok karmaşık halde bulunur. Bu karışıklığı çözmek olanağını biliyoruz ki üst düşünme hali ile olur. Çözen sabit çözülen ise hareketli olmalıdır.
- Düşüncenin kozmolojik(evren) zamanını fark etmesi ve önemsemesi. İnsan yaşayışımızdaki bilinen güneş sisteminden alınmış ortak zamanımızdır. İnsanlık tarihinde bu zaman gelişimle her toplumlar tarafından fark edilmiş ve günümüzde bilim sayesinde tüm küresel olarak ortak ve kullanılır hale getirilmiştir. Saat, gün, hafta, ay, yıl gibi aralıklarına örnek verebiliriz.
Bilinçlenme aşaması
Bilincin bu zamanları ve olguları algılaması sonucunda bilinç durağan diğer zaman, mekan ve olguları hareketli hale gelir.
Örneğin sizin bir parkta oturup bu kitabı okuduğunuzu varsayalım. Bu kitabı okumak ile benim zamanıma bakıyorsunuz ben şu anda satırlarımı yazmaktayım.
Bana göre siz gelecek zamandasınız şu satıları yazarken.
Siz şimdi okuduğunuz için ben size göre bu satırlar ile geçmiş zamandayım.
Sizinle zihinsel zamanlarımızda farklılık bulunmaktadır.
Bu kelimeleri okurken gözünüzü ve kitabı veya kitabın digital halini tutmak için elinizi kullanıyorsunuz.
Siz ve ben zihinsel zamanda farklıyız.
Ben bu satırlar ile bana göre şimdi size göre geçmiş zamandayım.
Ben bu satırları yazarken siz benim için gelecek zamandasınız.
Dolayısı ile gelecekte okuyacak olan size yazmayı planladım ve yazdım. Bu zihinsel eylemimle kendi zihinsel zamanımı ortaya çıkardım.
Ellerimi klavyede kullanarak eylemlerde bulundum. Yani bedenimi de kullanmış zihnim ile eş zamanlı hale getirdim.
Bu satırları yazarken hem kavramsal düşüncemi hem bedensel düşüncemi hem de bedenimi aktif halde kullandım.
Siz şu an bu yazıları okurken geçmişteki bir zamandan gelen size yeni ulaşan yapılmış bitmiş bir eylemi zihninizde canlandırıyor ve bir anlam oluşturarak benimle aynı zihinsel zamana geçmiş bu satırlar ile zihinsel zamanımız ortak hale gelmekte fakat beden zamanlarımız farklı siz bu kitabı okuduğunuz yerdesiniz ben ise sizinle kozmolojik zamanı ortak paylaşırken çevre zamanında farklı zamandayız.
Hem çevre zamanı hem de beden zamanında farklıyız.
Kozmolojik zaman ve zihinsel zamanda beraberiz şu an.
Fakat sizin en üst zaman algınız olan düşüncenin düşünceyi fark etme aşamasında olup olmadığınızı ben bilmiyorum.
Siz benim o aşamada olduğumu tahmin edebiliyorsunuz şu satırları okurken. İşte sizinle iki zamanda ortak diğer üç zamanda farklı zamandayız.
Böylelikle bilincimizi durağan veya sabit denilecek hale getirdik.
Şimdi ise Vicdan (Toplumsal vefa duygusu) olgusunu da önemseyip bu olguyu birinci ve en üst düşünme aşamasında yani üst bilinç aşamasını tamamlıyoruz.
Vicdan hakkında saptadığım kaynağı konusunda fikirlerimi size sunayım.
Vicdan (Bireydeki toplum vefa duygusu) Üzerine
Vicdan veya vefa canlılığın türe ait bir içgüdüsüdür ve insanda ortaya çıkmıştır
Bireyler doğdukları aileye ve sonra ailenin bağlandığı topluma karşı bir bağ ile bağlanırlar.
Bu gizli bağ bir varlık olma bilincinin verdiği vefa duygusu ve tutumudur.
Bu duygu ülkemizde (Türkiye) vicdan olarak anılmaktadır.
Bireydeki var olma, varlık hali bağlı olduğu aile ve toplumdan kaynağını almaktadır.
Bu güçlü duygu ve tutum doğan ve yetişen her bireyin bilinç altına yerleşir.
Artık bireyin içinde oluşan bu içgüdü yani vefa veya vicdan temel varlık duygusu ve tutumu ile onun ömür boyu taşıyacağı canlılığın temellerinde olan ve her türlü ahlaki ve ahlaki olmayan düşüncelerine, sözlerine, yazılarına, eylemlerine, yargılarına, tutumlarına, etki ve tepkilerinde görülecektir.
Vicdan veya toplumsal vefa duygusu sadece insanda ortaya çıkmakla birlikte her canlının genetik kodlarında bulunmaktadır.
İnsan dışındaki canlılarda görülmemesi bu genetik kodun gelişme olanağı olmadığı, onların buna olanak bulamadığı içindir.
İnsanlarla birlikte yaşayan canlılarda bu duyguyu öğrenmek ve hissetmek belli belirsiz olarak kendini göstermektedir.
Vicdan toplumun vefa içgüdüsünden bireye geçmektedir.
Toplumsal vefa içgüdüsü yardımlaşma, birleşme, dayanışma, birlik olma bilinci ve istenci, bir bütünün parçası olma, aidiyet duygusu, bağımlı ve bağlı olma, güvenme, güç alma, güvende hissetme, ihtiyaçlarının karşılanmasına dayanan bir minnet, ondan korkma, çekinme, ona saygı duyma, kendinden daha güçlü ve gücü hesaplanamayan, hayale gelmeyen, zihinle tam olarak kavranmayan büyük bir olgu olarak bilinçaltında duran gibi bir çok özellikleri içinde barındıran temel içgüdüdür toplumsal vefa içgüdüsü veya vicdan.
Bireyler katman değişimlerinde toplumun onay vermediği şekillerde yani ahlaki ve yasal olmayan hareket etmelerinde veya günlük yaşayışlarında toplumun onay vermediği şekilde yani ahlaki ve erdemli olmayan gizlice eylemde bulunduklarında vicdan veya toplum vefa duygusu aktif olur ve bireyi bedenen ve zihnen kuşatır.
Böyle bir durumda olan birey artık kendi vicdanında mahkemeye çıkmıştır.
Toplumun gizli bir etkisi onu kendi içinde yargılamaya başlamıştır.
Sanık artık toplumun büyük gözünden ve kulağından korunmak zorundadır.
Ceza olarak en büyük korkusu toplumdan dışlanmak ve sonucu iyi yaşama olanaklarından yoksunluktan başlayan ve en sona bağlanan ölüm korkusudur.
Bu bireyin çevre, beden ve zihin zamanı düzenli çalışmaz.
Yaşadığı toplumla sadece kozmoloji zamanla paralel yaşamaktadır.
Çevre zamanı, kendi beden zamanı ve zihin zamanı alt üst olur.
Toplumların çevre zamanı birleşmiş, beden zamanları da bir olmaya giderken zihin zamanları daha yeni günümüzde birleşmeye doğru giderken beden zamanların ilerlemesini beklemektedir.
Vicdan ve vefa duygusuna ters eylemlerde bulunan birey, içinde devam etmek olan mahkemeden beratı yaptığı topluma aykırı eylemlerin telafisini sağlamak üzerine olacaktır. Eğer bunu yapmaz ise ömür boyu zihin, beden ve çevre zamanı düzenli ve sağlıklı devam etmeyecektir. Birey kendini kandırma yoluna gitmeyi tercih edebilecektir. Hatasını telafi etmediği halde ettim diyerek kendi bedenini ve zihnini kandıramaya çalışabilir. Fakat bu birey kendini kandırdığını sansa bile çevre zamanı bedene ve zihne gönderdiği işaretler sonucunda beden ve zihni bu kandırmaya uzun süre seyirci kalamayacaktır. Beden ve zihin sorunlu çalışmaya başlayacak kişide sağlık dengesi bozulmaya devam edecektir.
Vicdan veya toplum vefa duygu bozukluğun en temel tedavisi yapılan eylemleri telafi edici yeni eylemlerde bulunmak ve toplumun bu olayı bilmesi halinde “insanlık hali” şeklinde bir sonuç koyabilmesidir.
Toplumun yargısında ” İnsanlık dışı” ” Vahşet, korkunç, böyle insan olamaz, insanlık dışı ” gibi sonuçlar ait olduğu bireye artık sağlıklı bir yaşama olanağı dışına çıkarır. Çünkü vefa duygusu veya içgüdüsü bozulmuş, tamiri de çok zordur.
Yalnız yaşamaya, topluma karışmamaya, topluma ait bir çok yüksek duygulardan mahrum kalmaya başlayacaktır.
Halk dilinde bu dışlanmadır. Bireyin topluma yabancılaştırılmasıdır.
Toplumun bireye karşı öfkesi ve onu içinden atma refleksidir.
Linç eylemlerindeki amaç budur. Dışlanan bireyin etkisiz hale getirilmesi, atılması, o ortamda bulunmaması, düşünme, konuşma ve eylem gibi insani özelliklerin iptal edilmeye çalışılması. Çevre zamanın beden ve zihne etki etmesi, onu durdurması, çalışmasını önlemesi. Kozmoloji zamanın bu olanlar etkisinin bulunmaması. Açıklanamayan bir çok olaydan sonra zihinsel zamanların bu olanları kozmolojik zamanların iyi ve kötü etkisine yorumlaması. İyi de kötü de oradan geliyor yanılgıları.
İçinden atma ve dışlama eyleminin en kötü hali yaşamasına izin vermemek olacaktır.
Dolayısı ile vicdan veya toplum vefa içgüdüsü hem zihin hem bedenin ortak zamanında bulunmaktadır. Bedenin zihne bağlandığı o yerde bu içgüdü insanın ömrü boyunca vardır ve aktiftir.
Bilinçlenme ve bilinçli yaşamak için,
Zihinsel ve bedensel olarak zaman ve mekan algılarını düzenlemek
Ve vicdan içgüdüsü veya duygu, tutumunu geliştirmemiz gerekmektedir.
Bu iki unsur temellinde artık mutlu olma ve iyi yaşama konusunda kendi zamanınızın diğer zamanlar ile düzenlemesini yaparak ve kendinize düşen vicdan yetilerinin izinde özgürce yeni yetilerinizi keşfetmeye ve geliştirmeye kararlar vererek yaşayabilirsiniz.
———— Mutlu Kalınız ———–