PİSAGOR VE THALES’TE RUH KAVRAMI
M.Ö 6. YY’ da Pisagor insanların, hayvanların yanı sıra bitkilerinde ruhu olduğunu düşünüyordu. Ruhun dönüşümüne inanan Pisagor, insan, hayvan ve bitkilerin ruhu bulunduğunu ve bu ruhların döngü içerisinde birbirilerine geçebildiklerini düşünüyordu. Pisagor’un bir gün yürüyüş esnasında köpek yavrusunu döven bir adam gördüğü ve müdahale ederek “Durun, dövmeyin. Onda eski bir dostun sesini duydum, ruhunu gördüm” dediği bilinir.
Thales’te ruh üzerine de çıkarımlar yapmıştır. Mıknatısların tıpkı demiri çekmesi gibi ruhta evren için devindirici güçtür. Tıpkı bir mıknatısa doğru gelen demir parçaları gibi kendiliğinden bir zorunluluk olarak doğadaki her şey de kaçınılmaz olarak ruhlarla dolu olmalıdır. Burada felsefi açıdan devrim noktası olan nokta Homeros’ta ruh yalnızca insana özgü iken Thales’in bu düşüncesiyle birlikte genel görüşün artık ruhun yalnızca insana özgü olduğu değil canlı cansız ayrımıyla canlı olan her şeyin bir ruhu olduğu görüşüdür. Canlı olanı, canlı olmayandan ayıran şey ‘ruh’ tur.
SOKRATES ÖNCESİ FİLOZOFLARDA RUH KAVRAMI
M.Ö 5. YY sonunda Sokrates’in baldıran zehrini içerek ölüme gittiği dönemde Antik Yunan Felsefesinde Ruh kavramı canlılık ve hareket ile açıklanma eğilimindeydi. Nitekim bu eğilimi yaratan da büyük ölçüde yine Sokrates’in kendisi olmuştu. Ruh, canlılık ve hareketi sağlayan şeydir aynı zamanda duygusal durumların öznesidir ve kişinin kendisini yani karakterini yansıttığı için yapıp ettiklerinden sorumludur. Aklın düşünmesi, yürekli ve cesaretli olmak kalbin merhameti bunların hepsi ruhta bütünleşen ve ruh ile ilgili konular olarak görülüyordu. Ruh yalnızca düşünen, akıl yürüten ya da cesaret merhamet, erdem gibi kavramları barındıran bir kavram değil aynı zamanda fiziksel vücudumuzun bir başka ifadeyle metabolizmamızın çalışması için gerekli olan bir aygıttır. Ruhu olmayan bir canlı hareket ve canlılığa konu olamayacağından ancak ölü olabilir.
Tıp konusunda ünü çağları aşan Hipokrates’ de bedenle birlikte ruhun da sağlığından bahsettiğini de unutmayalım.
Empedokles’te ruhun varlığını savunan filozoflardan biri olmakla birlikte tıpkı Pisagor gibi ruhun reenkarne olduğunu da kabul ediyordu. Şöyle söyler Empedokles; “Bundan önce oğlan doğdum, kız doğdum, çalı oldum, kuş oldum, denizden çıkan kızgın balık oldum.”
Yine Empedokles’in şu muhteşem ifadelerini de burada verelim; “Çünkü kudretli hava onu denize iter ve deniz de onu kuru toprağa kusar; Toprak onu yanan Güneşin ışınlarına çarpar ve tekrar Havanın girdabına fırlatır. Onu biri diğerinden alır ve hepsi reddeder. Şimdi onlardan biri de benim, Tanrılardan uzak düşmüş bir sürgünüm; bunun için duygusuz bir kavgaya güvenirim.”
Anaksagoras ve Demokritos’ta ruhun varlığından söz ederler. Ancak onların açısından ruh ölümsüz bir şey olmadığı gibi ölümle birlikte atomların dağıldığı gibi dağılır ve yok olur.
Herakleitos, doğru durumda olması koşuluyla ruha bilgelik atfeden bir diğer filozoftur. Tıpkı arabayı kullanan bir şoför gibi bedenin araba ruhun şoför olduğunu düşünüyordu. Arkhe’si ateş olan Herakleitos, en bilge ruhlarında ateşe en yakın yani kuru ruhlar olduğunu söylüyordu. Yine bunun zıttı olarak ta kalitesiz ruhların nemli olduğunu Heraklitos’un ağzından söyleyebiliriz. Şöyle söyler Herakleitos, “Bir adam sarhoş olduğunda beceriksiz bir çocuk tarafından yönetiliyor, tökezliyor ve nereye gittiğini bilmiyor, ruhu nemli”
Herakleitos, görüldüğü gibi ruhun bedensel olduğunu çok ince bir maddeden yani hava ve ateş’ ten oluştuğunu düşünüyordu.
SOKRATES VE RUH KAVRAMI
Görüldüğü gibi Sokrates’e kadar Antik Yunan filozoflarının birçoğunun hem fikir olduğu bir konudur ruh. Bununla birlikte Antik Yunan filozoflarının ruh anlayışının günümüzdeki anlayışla birebir aynı olmadığını ancak pek çok benzerlik taşıdığını da söyleyebiliriz.
Ancak Sokrates’le birlikte ruh ciddiyetini o güne dek sağlanmamış ölçüde arttıracak ve ölümsüzlüğün konusu haline gelecektir. Antik Yunan Düşüncesinde Sokrates’in yaşadığı yıllarda ruhun öldükten sonra dağılmayacağı, özünün değişmeyeceği ve aynı şey olarak kalacağı inancı yok denecek kadar az ve belirsiz bir inançtı. Hatta bölge halklarını da işin içine katarsak ruh inancının olmadığı öldükten sonra her şeyin bittiği ve yok olduğu görüşünün de oldukça taraftarı olduğunu görürüz.
Ancak Sokrates, tam olarak bunlardan bahsederek Antik Yunan’ı bir kez daha sarsmıştır. Sokrates öldükten sonra da Sokrates olarak yaşamına devam edeceği düşüncesindedir ve bunu ölümüne günler kala ilk defa bu denli ciddi biçimde açıklamış en başta öğrencilerini dahi şok etmiştir. Şu ifadesiyle öğrencisini şok eder Sokrates “Ruhumuzun ölümsüz olduğunu ve asla yok olmadığını anlamadın mı?”
Sokrates, “Phaidon” diyaloğunda önce ruhun ispatını yapar ardından da herkesin ruhunun kendisine özdeş olduğunu vurgular.
Sokrates’e göre çözülme ve yıkıma uğrayan bedenin ta kendisi olmakla birlikte ruh bundan muaftır. Bu çözülme ve yıkımdan etkilenir ancak beden gibi ölerek son bulmaz. Yaşam dediğimiz şeyler tıpkı Thales’in mıknatısı gibi özünde ruhlardan ibarettir bu nedenle de ölümsüz olması zorunludur.
Sokrates’e göre ruh görünür değildir ve beş duyu ile kapsamlı olarak algılanamaz. Bununla birlikte ruh, evreni oluşturan yasanın bir parçasıdır ve onunla birlikte hareket eder. Ruhun gıdası akıldır. Beynimizi ne kadar çok felsefeye ve akletmeye yorarsak ruh o denli bilgeleşir ve mutlu olur bununla birlikte bedenin yemek içmek ya da zaaflar gibi kişisel ihtiyaçları ruh için anlamsız ve yorucu işlerdir. Çünkü ruh bilmek ister, ait olduğu yere dönmek ister. Bu nedenle kişi ne kadar dünyevi zevklerle ve bedeni tatmin edecek aklı ve felsefeyi geri plana itecek işlerle uğraşırsa ruhu o kadar zayıflar ve sarhoşmuş gibi başıboş şaşkın ve başı döner bir halde beden hapishanesinde bir mahkum gibi cezasını çeker. Akletmeye veya felsefe yapılmaya başlandığında kendi başına kalan ruh olabildiğinde beden belasından zihin yoluyla kurtulmuş olur ve beden kaynaklı bu sapmaları sona eren ruh, hikmete kavuşur. İşte tam olarak bu nedenle de Sokrates, yazmaz kendisinden önce veya çağdaşlarının yazılarını okumaz bilimlerini incelemez felsefelerini düşünmezdi. Çünkü Sokrates, şeyleri duyular yoluyla bir başka ifadeyle bilim yaparak incelerse ruhunun kör olacağından korkuyordu.
Sokrates’in Döngüsel argümanına göre, canlı olmanın öncesinde ölüm vardır. Hiçten hiçbir şey çıkmaz ise, o halde ölü olandan canlı çıkmaz. Dolayısıyla öldükten sonra da yaşamaya devam edeceğiz. Ruh ölümsüzdür çünkü onun özünde yaşam vardır, tıpkı ateşin özünün sıcak olması gibi. Eğer bir şeye canlı diyorsak onda ruh vardır. Bir bedeni yaşatan şey ruhtan başka bir şey değildir. Bununla birlikte akıl ile ruh aynı bedende oldukları için bazen çatışırlar. Örneğin diyet yapan birinin geceleyin canı kavurmalı yumurta çekebilir. Ya da alkolün zararları üzerine kitap yazan bir tıpçının masasında yudumladığı alkol vardır. Bu örneklerde bedeni korumak için aklımızla diyet yapıyor ya da daha sağlıklı olmak için alkol tüketmiyoruz ancak bu iç çatışmalar insanın yalnızca kendisinden, bedeninden ya da aklından ibaret olmadığının açık bir kanıtıdır.
PLATON’DA RUH KAVRAMI
Platon’da ruhun varlığına emin olan filozoflardan biridir. Platon, ruhun varlığını kavrayabilmek için yakınlık argümanını ileri sürer. Yakınlık argümanına göre kendi ölüm anını düşünen bir insan ruhunun da tıpkı biraz önce yaşamı son bulan bedeni gibi dağılıp çözüneceğini düşünerek kaygılanır. O halde tam bu noktada çözmemiz gereken mesele bu iki tür arasında ayrım yaparak işe başlamaktır. Platon da böyle yapar ve konuyu ikiye böler;
1) Bir yanda algılayabildiğimiz şeyler vardır. Bunlar parçalardan oluşurlar aynı zamanda çözülmeye ve yok olmaya tabidirler.
2) Fiziksel olarak algılanamayan ancak akıl yoluyla kavranabilen, parçalardan oluşmayan şeyler vardır. Bunlar doğası gereği çözülme ve yıkımdan muaftır.
Görüldüğü gibi bu iki kategori açıkça birbirini dışlar. Platon tam bu ayrımda tıpkı hocası Sokrates gibi akıl yürüterek akılla kavranabilir olan, bozulup dağılmayan bu ikinci kategoriyi ele alır ve idealar, formlar yoluyla açıklamaya koyulur.
ARİSTOTELES’TE RUH KAVRAMI
Aristoteles’te bu konuda hem hocası Sokrates hem de Platonla hemfikirdir. Aristoteles’e göre de ruh, bedenden ibaret değildir ve maddi şeylerle açıklanamaz.
Aristoteles, bitkilerin, hayvanların ve insanların ruhlarını oluşturan tüm yeteneklerin, insan aklının faaliyetinin her zaman algısal aygıtın bir faaliyetini içerdiğini ve dolayısıyla mevcudiyeti ve uygun düzenlemeyi gerektirdiği görüşündedir. Aristoteles’e göre de evreni, yaşamı oluş ve bozuluşu yalnızca maddi nedenlerle açıklamak o şeylerin hakikate yönelik açıklamaları olamaz. Çünkü tahtanın ya da tuncun değişmesinin nedeni ne tahtanın ne de tuncun kendisidir. Yatağı yatak yapan tahta, heykeli yapan tunç değildir. Yalnızca maddi açıklamalarla hareket eden bir kimse hakikatten önemli bir parça uzak kalacaktır çünkü maddi şeylerin oluş ve bozuluşa tabi olması için hareket lazımdır. Maddeyi hareket ettirmek için ruh gerekir eğer bu kozmolojik düşünceyi zihnimizden atarak şeyleri çözmeye kalkışırsak en başa döndüğümüzde tıkanmak kaçınılmazdır. Aristoteles’e göre dayanak olarak ilk neden olarak kabul edilecek olan bu madde her ne olursa olsun kendi değişmesinin nedeni olması gerekir bu da akla yatkın görünmemektedir.